GÜNÜN AYET-İ KERİME'Sİ: Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır. Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz? Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır. Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size vadolunanlar), sizin konuşmanız gibi gerçektir. (Zâriyât-19-23) GÜNÜN HADİS-İ ŞERİF'İ: Üç şey vardır ki onlarda bereket vardır: Belli bir vade ile olan satış, Mukâraza (denilen ortaklık çeşidi), satmak için değil, ev için buğday-arpa karışımı. GÜNÜN SÖZÜ: Gerçek tevazu, O (CC)’nun büyüklüğünün müşahedesinden ve sıfatlarının tecellisinden doğandır.
HAZRET-İ ŞEYH MUHAMMED OSMAN SİRACEDDİN (KS)'İN MEKTUPLARI
"Hazret-i Şeyh (KS) bu mektubu, bir müptedinin sorularını cevaplamak ve aynı zamanda yolun taliplerine genel bir açıklama getirmek üzere, rabıta konusu ve Nakşibendî tarikatının genel usulü ve kaidelerini anlatmak için bir cevap olarak yazmışlardır."
Âlemlerin Rabbi (CC)’ne hamd-ü senalar olsun. İrfan ve ubudiyyetin hakiki cevherine, gizliliklerin, nurların ve ulu yolların kaynağı, Hâlîk ile mahlûk arasındaki vücudun sırrı, hamd makamında bulunan, kendilerine vaad edilen havuzun sahibi Efendimiz ve Mevlâ’mız Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e, âl ve eshabına, kendisine ibadet edilen padişahın rızasını almak için belirli doğru yolda yürüyen tâbilerine salât ve selâm olsun.
Bizden çok uzaklarda bulunan sevimli, aziz bir kardeşimiz, ben fakir kuldan, ilkten bu tarikata intisapla ve müptedi olarak başlayacakların, bu tarikatın usul ve kaidelerini öğrenmek ve bazı zorluklardan uzak kalmak için bu tarikata ne türlü bağlanacakları hakkında yazılı bir mektup istemişti.
Onun gönlünü hoş etmek için bu tarikata ilkten gireceklere ve bu gibi kişilere rehber olmak üzere, Allah (CC) izin verirse ve O'nun lütuf ve keremi ile uluların ve büyüklerin aziz ruhlarının yardımı ile tarikata girmek isteyenlerin ruhlarında feyz kapısını açmasını, boyunlarına vurulan bukağıdan kurtulup, çıkmalarını; bunun sonucu olarak, onlarda kalbî duyguların bir türlü şuhudî idrak ile birlikte oluşmasını, tarikat adabına örnek olmaları için bu satırları yazıyorum. Bunun sebebi ise bu yolu bilmeyen kimselerin düşüncelerine göre, bu tarikat yolunun ve adabının intisaptan başka bir şey olmadığı fikrine sapmamaları için orada yapılacak işe ve işarete göre mürşidin bu yoldaki büyük cehd ve gayretinin lüzumunu anlatmaktır.
Bu gibilerin faydalanmaları için onlara: "Dikkat ediniz! Tarikata müptedi olarak başlayacakların kanunu budur” denmesi faydalı olacağı gibi, “İşin ortası ve sonu başka bir husustur" denir. Bu yola müptedi olarak başlayanların rabıtalarının köklü olması ve yerine oturması için rabıtaları sırasında, bazı vakitlerde, değişik hal ve duruma şahit olmaları mümkündür. Bu görüşleriyle bunlara kapılıp aldanmaması icab etmektedir Çünkü tarikatı öğrenmek, bu hallere ulaşmak için olmayıp böyle bir düşünceye kapılırsa birçok örneklerin görüldüğü ve duyulduğu gibi, doğru yoldan ve en önemlisi gaye ve maksattan ayrılmış olur.
Bu yolun isteklileri, yaradılış itibariyle çalışma, cehd ve gayret yönünden aynı düzeyde olamazlar. Bu da Yüce Allah (CC)’ın "Sizleri değişik hal ve durumda yarattık" buyurduğu sebebiyledir. Nitekim Allah (CC)'a giden yolların dünyadaki insanların sayısı kadar çok oluşu sözü, bunu ispat etmektedir. Bu söz, ibadet yönünden ve Allah (CC)'ı tanımak yönünden söylenmemiştir. Her nefsin bu dünyada kendi ölçü, cehd ve gayretine göre kendisine bir yol seçmesi için söylenmiştir.
Şayet bir kimse, Allah (CC)'ı kendi nefsinin arzusuna göre ve kendi vehim ve düşüncesine göre seçip, şeriat yolunu ve tarikatın gerçeğini ihmal etseydi, ulu şeriat yolundan sapması için uzun bir zamana ihtiyacı kalmazdı. Gerçek olan şu ki, bütün tarikatlarda nefisle cihad, hayatın zorluk ve zahmedlerine katlanmak, riyazat, yani dünya sevgi ve bağlılığından ve her türlü masivadan sakınmak, kaidedir. Bu türlü davranılmadığı takdirde, kişi ya sapıklığa yönelmiş veya bu yola intisabı geciktirmeyi sağlamış olur. Yukarıda söylediğimiz gibi, “Allah (CC)'a varan yollar, yaratılanların sayısı kadar çoktur” sözünden maksat; yalnız O (CC)'nun rıza ve hoşnutluğunu kazanmak için insanların fıtrî özelliklerine, mertebe ve derecelerine, cihadlarına ve kabiliyetlerine göre hareketleri ve yönelmeleridir.
Kişinin nefsini, beşeri kötülüklerden, rezilliklerden, kötü huy ve ahlâktan temizleyip süzmek ve yine güzel sıfatlar kazanmak için Yüce Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ve O'nun âl ve eshabının hayırlı sünnetini izlemesi, onların ahlakıyla bezenmek için himmet ve gayret sarf etmesi icab etmektedir. Nitekim dersi öğretmek, anlayış ve anlatış yönünden ise, verilen bir habere göre: “İnsanlarla akıllarının kaldırabileceği ölçüde konuş” buyruğu dikkate alınmalıdır. Bir rivayete göre de: “Biz evliyalar zümresi, insanların akıllarının kaldırabileceği ölçüde konuşuruz” haberi vardır.
Nitekim güvenerek söyleyebiliriz ki, insanlarla kaabiliyetlerine, cihadlarına, düşüncelerine, uyanıklık ya da gaflet halinde oluşlarına, Allah (CC)'a tevekküllerinin ölçüsüne ve zamanlarının ölçüsüne göre konuşmak gerekir. Anlayışlı bir tabibin reçetesi, tarikata ilk başlayan, orta derecede olan ve son basamakta bulunan kişiye göre farklı olmalıdır. Zira yeni başlayan bir talebenin ilmi kelâmdan olan meselâ Tehzib-ül Kelâm adlı kitabı okumayı bırakıp, alfabe ile meşgul olması gerektiği; aksi halde boşuna yorulmuş ve zamanını, gayretini ve cehdini boş yere harcamış olacağı ve öğrenmiş olduğu ilimden de faydalanamayacağı malûmdur.
Şunu bilmelidir ki, ulu yolların yolcularının öğrenim ve öğretimleri, tıpkı sonsuz, derin ve geniş bir denizde, zifiri karanlık bir gecede yol alan bir geminin yolcularının durumu gibidir. Bu konuya ehil olmayanlara teslim olanlar, yani şeriatın sağlam gemisine binmeyenler, sonunda hüsrana, kedere, mahrumiyete ve yok olmaya mahkûmdurlar. Bir kimse, başarılı olmak için kendini İlâhî nurla aydınlatmak isterse, olgun ve kemal sahibi bir mürşidin nezareti altında bu ulu tarikatın şerefli gemisine binmeli, bu derin denizin dibindeki her biri kıymetli birer inci olan bilgileri, hünerli denizcilerin vasıtası ve yardımı ile toplamaya çalışmalıdır. Kişi, vaktin icazetli, kâmil bir mürşidinin buyruğu altına girdikten sonra kendini, doğrulukla mürşidine teslim etmelidir. Bu ulu tarikata girenler, başlangıçta usul ve adabından olmak üzere şunları yapmalıdırlar:
Önce iki rekât namaz kılıp selâm verdikten sonra kıbleye yönelerek oturmasına devam etmeli, başını önüne eğerek ve gözlerini kapatarak tövbe ve istiğfarda bulunmalı, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e salât ve selâm getirip, Fatiha Sûresi’ni ve İhlâs Sûresi’ni okumalıdır. Okumuş olduğunun ecir ve sevabını, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e, gelmiş geçmiş bütün peygamberlere, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in âl ve eshabına, büyük evliya ruhlarına, âlimlere, içtihad sahiplerine, kendi mürşidine ve saydıklarımızın dışında kendi tanıdığı velilerin ruhlarına hediye etmelidir. Bunları tanımıyorsa veya bilmiyorsa, 15 kez selât ve selâm getirip, keza aynı sayıda tövbe ve istiğfarda bulunmalıdır.
Daha sonra “Eksiruzzikri hazimüllezzat-i” Hadis’inin anlamının muhtevası gereği, beş dakikadan on dakikaya kadar ölümü düşünüp, kabirle kurulacak bağını tefekkür etmelidir. Bu Hadis, “Tad kaçıranın, yani ölümün adını anın” anlamınadır.
Bundan sonra Mürşid’ine bağlanmalısın. Mürşid’inin karşısında oturduğunu, kalbinin mürşidinin kalbine karşı durduğunu, kendi kalbî duyarlıklarının mürşidinin ruhaniyeti önünde hazır olduğunu bilip, kalbini ona açmalısın. İnsan kalbinin, sol memenin alt kısmında ve hizasında olduğunu bilerek, kalbi mümkün olduğu kadar temiz tutup, içini İlâhî feyzler ile yıkayıp, taşan feyzleri alabilecek bir kap haline getirmelisin.
Şunu bil ki, Resul-ü Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in ruhu, bağlayıcı meleke vasıtası ile mürşidinin en yüksek yeri olan göğsünde hazır ve nâzırdır. Böylece Yüce Allah (CC)'ın rahmetinin ve Hakk denizinin Rabbanî nurlarının, fütuhat sahibi olan Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'in üzerlerine nasıl yağdığını düşünmelisin. Zira O (SAV), yaratanla yaratılan arasında her türlü vasıta ve vesileden en azametli bir vasıta olup, inen İlahî nurun, O'nun mübarek kalbinden, O'na bağlı olan rabıta melekesinin hazır olduğu Mürşid’inin kalbine, daha sonra da Mürşid’inin kalbinden, müridin kalbine intikal ederek, ona İlâhî sevgiyi kazandırmış olur.
Şuna dikkat etmelidir ki, bu tasavvur, bir başkası ile değil, yalnızca Mürşid’inin açık ve bağımsız ruhu ile olmalıdır. Bu sırada kişi, zahirî bir düşünce içinde olmamalıdır ve Mürşid’inin şekil ve sureti ile meşgul olmamalıdır. Çünkü ulu ve büyük kişilerin ilişki ve bağlılıkları, cisimlerle değil, ancak ruhlarladır.
Tarikatın usul ve adabından olmak üzere, bu görevde olan ve rabıtasına devam eden kişinin, bu görev süresince, hal ve durumunun tam olması için gözlerinin kapalı olması gerekir. Rabıta sırasında hayal ve tasavvurunda bazı şekil ve renkler görürse, rabıta melekesini Mürşid’ine yöneltmeli ve bu gördüklerini kendisinden uzaklaştırması için O’ndan yardım istemelidir. Bu gördükleri kendisinden silinmez ise, düşüncesini bunlarla meşgul etmemeli, bu görülenlerin mevcut olmadığını tasavvur ederek, olduğu yerde işine devam edip, beklemelidir. Şayet rabıta sahibi olan Mürşid’ine ait, şekil olarak değil, ruhu mücerred ile uğraşmak şartı ile bir örnek görünüp çıkarsa, bunun bir mahzuru yoktur. Rabıta yapan kişinin tasavvur ve tahayyül etmeden, bu rabıta meleğinin ne şekilde ve nasıl hazır edileceği sorulacak olursa; ona bunun bir örneği vardır, bu örnek, renk ve koku yönünden dallardaki yapraklar ve bunlarda açan çiçeklerin kokusuna benzer. Veya bir odada güneş ışığının bir baca deliğinden sızıp girmesi ile hâsıl olan ve gözle görülen ışık demetine benzer. Bunun zahirî bir vücudu olmayıp, kendi nefsinde ve varlığı içinde bir varlık gibidir. Daha açık bir deyişle, her fert, ruhunun varlığını tam olarak düşünür ve inanır. Bu ruh, bedende bulunan bütün zerrelere asılı bulunmaktadır. Bununla birlikte basiret sahibi olmayanların nazarında, ruhun hakikatini tasavvur etmek mümkün değildir. Zira ince ve lâtif cisimler, örneğin cinler, melekler, hava ve benzeri cisimler vardır. Bunların zahiri vücutları kendi nefislerinde bulunmakta, fakat şekillerini çizmek veya bir şeye benzetmek, hayal gücünün üzerinde olup, tesbiti yapılamamaktadır.
Tarikata intisap eden kişinin ilk önce yapacağı, yukarıda açıkladığımız gibi ve gösterdiğimiz tertip ve usulde, rabıta melekesini hazır etmeyi öğrenmesi, hazır edinceye kadar da yılmadan çalışmasıdır.
Başlangıçta mürid, tam ve doğru bir niyet ve teslimiyetle bu işe başlamalıdır. Bâtıl olan hayalî kötü bir düşünceye kapılmamalı, zihnine sızıp giren ve aklını karıştıracak şeytanî düşüncelere meydan vermemelidir. Zira bu, çok ince bir meseledir. Hiçbir şeye aldırmayarak, işine sebatla devam etmelidir. Az bir zaman sonra kendi kaabiliyetinin ve çalışmasının ölçüsüne göre, Allah (CC)'ın izni ve yardımı ile rabıta melekesinin mevcudiyetini fark eder hale gelir.
Böylece kendi nefsini, boynuna geçirilen kelepçeden ve boş ve anlamsız düşünceden kurtarmış olur ki, o vakit kendisi, bütün açıklığı ile parlak bir âlem ve yeni bir durumla karşılaşır. Ayrıca daha önce hissedip duymadığı bir vicdan hâleti içinde kalmış olur. O zaman müşahede âleminin arkasında, o vakte kadar göremediği bir âlemin bulunduğunu öğrenir ki, bu âlem, ferdî çıplak ruhlar âlemidir. Eşyanın hakikatına varmak ve Allah (CC)'ı hakkı ile tanımak, insan güç ve takat sınırının dışında olup, başka türlü hiçbir çalışma ile mümkün değildir.
Kişi, zamanının Aristo’su olsa dahi, bu yola girip bu işe başladığında bilmelidir ki; yukarıda açıklayıp gösterdiğim usul ve tertip, rabıtanın ilk oturumu yani ilk celsesidir. Kişi, her an, rabıta melekesinin yerinde kalıp kalmayacağını düşünmemelidir. Keza kişi, her an, esas kaynağından gelmiş olan İlâhî feyzlerin olduğu gibi kalbinde yer edip etmeyeceğini dahi düşünmemelidir. Bu hususu açıklamak üzere bir örnek verirsek: Bir bahçe sahibi, bahçesini sulayacağı vakit, su kaynağından bahçesini sulamak için yetecek miktarda su alır. Bu suyu, bir kanaldan geçirerek bahçesine getirir. Daha sonra artık bahçesini sulamak için her seferinde su kaynağına gitmesine gerek kalmadan, bahçesine kadar gelmiş ve hazır olan sudan bahçesini sulamakla uğraşır.
Kişi tarikata intisab ettikten sonra, zihnini karıştıracak şeyleri düşünmemelidir. Rabıta sırasında hayalî bazı düşünceler ve vehimler çıksa dahi, o vakit rabıta melekesine yönelmesi yeterlidir, Kişinin aklı ve fikri rabıta melekesinde olursa, ne kadar rabıtada kalacağını dahi rabıta melekesi yönlendirir ve bu meleke kişinin yanılmasına ve yolundan sapmasına meydan vermez. Çünkü insan evlâdı özürlüdür. İbadetlerinde ve namazında hayal ve düşüncelerden kurtulamaz.
Buraya kadar tarif ettiğimiz "Özel rabıta" olup, bir müridin, yukarıdaki şartlarla ilk zamanlarda en azından yarım saat veya daha fazla oturup beklemesi gerekir. "Umumi rabıta” da ise yukarıda açıklanan şartları yerine getirmeden yapılan rabıta kastedilmekte olup, kişinin her anını mürşidi ile birlikte imiş gibi değerlendirmesi tavsiye edilir.
Bilindiği gibi, kişinin çaba ve uğraşı ne kadar çok olursa, fayda da o nisbette artmış olur. Kişi, kalbi zikir için huzura oturduğunda, Allah (CC)'ı cehren değil, kalben zikretmelidir. Rabıta yapıldıktan sonra, kalbî zikir şu şekilde yapılmalıdır: Önce nefes tutulup hapsedilir. Dil, boğazdaki küçük dile ve üst çenenin alt yüzüne yapıştırılır. Kalbini boş bir kap gibi farz eder. Muhayyilesini Yüce Celâl (CC)'in adı ile çarpar. Yani “Allah, Allah” diyerek, misli olmayan Yüce Zat (CC)'ı anar. Zikir boyunca, bu adın medlul ve manasını aklından çıkarmaz. Böylece bunu, kalbinin akşamını aydınlatmak niyeti ile yapar. İçi Allah (CC) sevgisi ile dolduğu gibi, Allah (CC)’tan gayrı ne varsa kalbinin akşamından silmiş olur. Keza gücü nisbetinde hayalindeki Allah adını, kalbine şiddetle vurur ki bu vuruşun acı verdiğini duyar. Bu konu üzerinde yarım saat veya daha fazla uğraşmış olur. Kişi uykuya varacağı zaman, bu anlattığımız şekilde kalbî zikir ve kalbî huzur ile yatmalı ve uyumalıdır. Kişi hiçbir zaman, nefsini, rabıta ve zikirden boş bırakmamalıdır. Bu sırada geçinmek için zâhiren helâl olan işi ile uğraşmasında bir sakınca yoktur. Zira Âyet-i Celile’de: "Sâdıklarla birlikte olun, gafillerden olmayın!" buyrulmaktadır ki, bu da iki mananın, yani rabıta ve kalbi zikrin ibaretleridir. Başlangıç için bir müride bunlar yeterlidir. Geri kalanlar ise Allah (CC)’ın lûtfuna ve has kulların başarısına bırakılır. İnsana çalışma yaraşır. Lâ havle velâ kuvvete illa billâhil aliyyül, aziym.
Son duamız ise, Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah (CC)’a hamd ve senalar, O (CC)'nun sevgili kulu Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e, âl ve eshabına salât ve selâmlar olsun...
"Hazret-i Şeyh (KS), aşağıdaki mektubunu da, Merivan'ın Ney köyünde müderris Hoca ve Şeyh Molla Seyyid Ali Efendi’nin bir otomobil kazası olayında yaralanması sebebiyle, kendilerine yazılmış olan mektuba cevap olarak yazmışlardır"
Aziz Efendim! Faziletli Ali oğlu Ali Efendim! Yüce Allah (CC), makamınızı doğruluk ve takva ile yükseltsin. Din ve dünyanıza yararlı ve hayırlı ilhamlar ihsan etsin. Cenab-ı Hakk (CC)'tan ve kâinatın faziletli Efendisi’nden, sizlere hayırlı şifalar temenni ederiz. Nasıl temenni etmeyelim ki, sizler, o Yüce Efendi (SAV)’nin en doğru ve temiz torunlarından biri, O (SAV)'nun ilminin varisi ve şeriatının nâşiri, Arap ve Acem'in Efendisi olan Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'in hadislerinin âlimi bulunmaktasınız.
Mektubunuzu almış bulunuyorum. Göğsüme rahatlık geldi, içim ferah ve sevinçle dolup taştı. Kırılan elimin sargıları, şifa şarkıları terennüm etti. Mektubunuz, ayağımın yara ve berelerine vefalı ve şifalı bir macun oldu; bizleri sevinç, hayır ve rahatlığa kavuşturdu. Allah (CC.)'ın affı sizlere yeterlidir. Arzunuz mucibince, mektubunuzu getiren zata, gereken yardımı yaptık; ona, gerekli olan yeterli ve tam şifa verecek ilâcı belirttik. Yeterli şifayı verecek olan, ancak Yüce Allah (CC)'tır. Her türlü tedbirin, tesirin, kolaylığın yaratıcısı Yüce Mevlâ (CC), en büyük yardımcıdır.
Sağlık ve selâmetle kalmanızı dilerim. Allah (CC)'ın rahmet ve bereketi üzerinize olsun; müjdeci ve korkutucu Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e, Hakk yolunda değişmeden sebat eden âl ve eshabına salât ve selâm olsun.
"Seyyid Şeyh Ali Efendi (KS)'nin Hazret-i Şeyh (KS)'e gönderdiği mektuba, cevabî mektubudur."
Ali oğlu Ali, aziz ve faziletli efendim! Ruhum sizinle birlikte olarak, üstün bir sevgi ile size bağlı olduğumu bildirir, selâm ve sevgilerimi sunarım. Bu ayrılıktan dolayı kalbim acı ve üzüntü içinde bulunmaktadır. Sizlerin tarafından esen vefa ve sadakat taşıyan havayı koklamaktayım.
Hatırınızı gül esansı koklar gibi koklayarak, hal ve hatırınızı sual ederim. Buna nasıl hayır diyebiliriz ki; zatınız, hususen pederinizin kerem, fazilet ve gücünün faziletli bir örneği olarak bulunmaktasınız. Yüce Allah (CC)'tan sizlere çalışmalarınızda sıhhat ve afiyet, kerem ve fazilet; ilim ve rızık yolundaki çalışmalarınızda başarılar temenni ederim. Yüce Allah (CC), sizi güçlü ve aziz kılsın. Bizleri güzelliğinizden mahrum bırakışınızda, belki de bir hayır vardır.
İki kız kardeş olan Hatice ve Hafsa Hanımlar için benden dua etmemi tavsiye etmektesiniz. Buyruğunuza itaatle uyarım. Dilediğini güçlü kılan, dilediğini izlâl edip alçaltan, dilediğini bağışlayan, yaratıcı ve etkileyici ancak O (CC)'dur. Peygamberlerin sonuncusu olan Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in duasını yazdırmaya çalışmaktayım. Temiz, ıtır, reyhan ve misk kokusu ile kokan O son Peygamber (SAV) ki, bizim ve sizlerin temiz ve pak ceddi olan Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'dir; ben, bu aile topluluğu ile daima övündüm ve övünmekteyim, derim. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz: "Ben, ümmetimin bir ferdi özürlü olsa da, onunla iftihar ederim" buyurmuşlardır.
Hayır ve selâmetle kalmanızı diler, gönderilenlerin efendisi olan Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e, âl ve eshabına salât ve selâm olsun, derim.
Hadim-ül ulema-i vel fukara
Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Velecir köyünde Müderris olan Hacı Molla Şeyh Arif el Gulamî Hazretlerine yazılmıştır"
İki gözümün bebeği, saygıdeğer, faziletli Hacı Molla Arif Efendi; Yüce Allah (CC), sizleri korusun, başarılı ve gönlünüzü hoş kılsın. Göndermiş olduğunuz mektubu aldık, muhteviyatını okuduk. Bizlere karşı gösterdiğiniz sevgi, muhabbet, vefa ve yakın dostluktan ve itizardan dolayı bizleri son derece sevindirmiş oldunuz.
İleri sürmüş olduğunuz özürler, bizler için şayanı kabuldür. Cümlemiz biliriz ki, kar ve soğuğun, kalbimizin sahifesine, sevgimizin hararetine bir etkisi olmaz. Ve yine malûmunuz olduğu üzere, hava boşluğuna inen karların soğukluğu ve kışın şiddetli soğuğu, sevgi ocağımızın üzerine inemez, inse de eriyip yok olur. Kalbin Sina dağı ise yakınlık, sevgi ve dostlukla oluşur. Bununla da tarikat alanı tıkanmaz. Çünkü yolun genişliği, olgun ve sağlam akıldır. Sağlam bir iple bağlanmış olmak sebebiyle, nefis cihadında, cihad eden nefis de parçalanıp ziyan olmaz. Her hal ve mekânda, başarı Allah (CC)'tandır. Zira O (CC), kullarının yaptıklarını görür ve bilir. Zira O (CC), bağlayıcı gayeye ulaşmak için gönderici, hazırlayıcı ve kollayıcıdır. Zira O (CC), gizlilikleri bilen, kalpleri rahat ve sükûnete kavuşturandır. Şiddetli felâket ve hallerin, zorlukların çözücüsüdür. Ve yine üstün bir kudret ve güç sahibi olup, kullarından istediğine istediğini yapar, çalıştırır. Yüce Allah (CC)'tan, bizleri, salih ameller ve sözlerle başarılı kılmasını, rızasını almamız için doğru yola yöneltmesini, doğruların efendisi olan en Sevgili Kulu (SAV)’nu izlememizi, ahiret günü ve karar gününde, doğruların arasında ve Liva-ı Hamd sancağının altında bulundurarak, kurtuluşa erişmemizi ve bu yönde başarılı kılmasını dileriz.
Efendimiz ve sığınağımız olan Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'in sevgi dolu kalbi, daima yakınlığı ve enişteliği severdi. Binlerce salât ve selâm üzerlerine olsun, Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Dünyanızdan bize üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın ve gözümün nuru namaz." Yüce Efendimiz, bizlere, enişteliği işaret edip sevdirdiğinden, O (SAV)'nun buyruğuna itaat ederek, bu zatın kız kardeşi olan Münire Hanım'ı, fakı olan Emin Efendi'ye eş olarak vermiştir. Ona kabul etmesi düşer; sizlere dua ve bizlere de âmin demek düşer. Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e âl ve eshabına salât ve selâmlar olsun.
Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Faziletli üstad Molla Seyyid Abdülkerim İskûlî Hazretlerine yazılmıştır"
Kemal, fazilet, mutlu hibe ve lâtife sahibi, uzman bilgin Seyyid Abdülkerim Cenapları’na; Yüce Allah (CC), faziletini devamlı kılsın, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. Sizleri içtenlikle selâmlar, iştiyak ve hayırlı temennilerimle güç ve faziletinizin devam edip artmasını dilerim. Kerametli zat olan sizlerin kerametli mektubunuzu almış bulunuyorum.
Mektubunuz, hasta olan kalbime sevinç ve rahatlık getirdi. Yüce Allah (CC)’tan sizlere sıhhat ve afiyetlerle, halkı ilim ve dine karşı heveslendirmek ve ulu şeriatını yaymak için himmet ve başarılar dilerim. Yüce Allah (CC)'ın her şeyi yapmaya gücü yeterli olup; dualara icabet eden, her ilmi tam olarak bilen ve öğreten O (CC)'dur. Zira O (CC), tam ve bir cüz içinde tamdır, bir tam ve cüz yoktur ki, O (CC)’nun cüz ve tamamından olmuş olmasın. O (CC), her tam olanın tamamıdır. O (CC), her tamamiyetin bir tamı olup; ne cüz ve ne de tam, O (CC)'nun tamlığında olmuş olmasın, O (CC)'ndan bir cüz yoktur ki, O (CC)'nun tam ve tamamiyetinde olmuş olmasın. O (CC), her tam ve cüze birleşik olup, tam ve tamamiyet içindedir, O (CC), tam olup, tam ve tamamiyet ile birleşiktir. O (CC)'ndan talebim, kavuşmak isteyeni kavuştura, birleşmek isteyeni birleştire. O (CC)'nun tamamiyeti, cüzünden bir cüz ki, artık tamdan bölünmez bir cüzü bizlere ve sizlere ve diğer kardeşlere kısmet olmuş olmasın.
Sizlerden, zikre devam etmenizi rica ederim. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyül aziym. Kardeşim Seyyid Ahmed'e de Allah (CC)'tan şifa dilerim. Gözünün iyi görmesi için lüzumlu ilâçları ona bildirdik. Cenabı Hakk (CC)’tan kendisine acil sıhhat ve afiyetlerle, cümlenizin başarılı olmasını temenni ederim. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e, âl ve eshabına salât ve selâmlar olsun.
Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Büyük üstad ve bilgin, Mısırlı Ebûl Ayneyn Efendi Hazretleri’ne yazılmıştır”
Sayın Üstad, misafirperver, güzel Kur’an okuyucusu, büyük bilgin! Şeyh Osman Siraceddin'in kalbi, ruhu ve duyguları ile sizinle birliktedir. İki gözümün nuru olan ey Ebul Ayneyn! Sizleri kemal-ü hürmet ve tazimle selâmlar, ruhun tatlılıkla çıktığı boğazdan sizleri öperim, iki gözüm! Allah'a and içerim ki, sizleri göreceğim geldi. Yüce Kudretli Allah (CC)'tan, yakın bir zamanda, nur saçan güzelliklerinizi görüp, buluşup kavuşmamız en büyük temennimdir. En büyük arzu ve temennim, budur.
Ey ruhum, Efendim, Kardeşim! Bizler için en kıymetli olan şey, sıhhat ve afiyette bulunmaktır. Bunu sual ederim; inşallah, sıhhat ve afiyettesinizdir. Haneniz halkına, çocuklarınıza da selâm eder, Cenab-ı Hakk (CC)'tan cümlenize, başta siz olmak üzere, uzun ömürler temenni ederim.
İşte size, en iyisinden, zufadan (çörekotu) göndermiş bulunuyorum; bunları, vefa ve safa ile kullanın. Cenab-ı Hakk (CC)'tan göğsünüzün şifa bulmasını niyaz eder, yakında sizle karşılaşmayı umar, devamlı afiyetlerle sağ ve sâlim kalmanızı temenni ederim. Hayır kapılarını açan Yüce Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e, âl ve eshabına selâmlar olsun.
Hadim-ül Ulema vel Fukara
Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Bağdat Hâlidî Tekkesinde Müderris ve faziletli hoca, Abdülmecid Efendi Hazretleri’ne yazılmıştır"
Ey güzel ahlâk ve asalet sahibi, sevgilimiz, efendilerin efendisi üstad Molla Abdülmecid Efendi Hazretleri! Sizlere, uzun ömürler dilerim; kalbim sizlerde olarak, saygıyla selâmlarım. Hakikaten sizleri göreceğim geldiği gibi, sizlerle buluşmak en büyük arzumdur. Yüce Allah (CC)’tan, sizlere, vücudunuzun devamlı sıhhat ve afiyet içerisinde kalıp, rahatlıkla yaşamanızı temenni ederim.
Aziz Hocam! Sizlerin şeriat ve ilim nuru ile parıldayan güzelliğinizi görmek, her an yegâne arzumdur. Ne yazık ki, vücudumun zayıf düşmesi ve devam eden şiddetli soğuklar yüzünden, tarafınıza gelemedim; bu maniler olmasaydı, sizin gibi vefalı bir dosta koşarak gelir ve üzerimizdeki ayrılık keder ye acısını defederdim.
Yüce Allah (CC)’tan, bu zorluklardan sonra, kolaylıklar göstermesini ve sizleri görmeyi bizlere kısmet etmesini niyaz ederim. Sıhhatinizden iyi haberler beklerim. Sizlere Tin Sûresi’nin tefsirinden bir nüsha göndermiş bulunuyoruz ki, bu tefsiri aynen, Hocamız Müderris Seyyid Hüseyin Efendi’nin Ruh-ül Beyan adlı kitabından aldık. Sizlerin ferah ve sürurla daim olmanızı diler, peygamberlerin varisleri olan âlimler misali, başarılar dilerim. Nitekim hadisi şerifte ”Ümmetimin âlimleri, İsrailoğullarının peygamberleri gibidir” buyrulmuştur.
Gökleri ve yeri dolduran kusur ve kabahatlerimizin şefaatçisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e, âl ve eshabına selâm olsun.
Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Feluca kasabasının ileri gelenlerinden, faziletli Şeyh Halil Muhammed Feyyaz Efendi Hazretleri’ne yazılmıştır."
Şerefli ve şanlı sevgili kardeşim, Şeyh Halil Feyyaz Efendi!
Allah (CC), seni, mutlu ve salim kılsın. Sizleri selâmlarım. Mektubunuzu almış bulunuyorum. Bununla bizleri sonsuz sevindirmiş olduğunuzdan, sizlere şükranımı bildiririm.
Yüce Allah (CC)'a hamd ve senalar ederek, manevi mevki ve mertebenizin yükselmesini, her vakit için mana kapılarının feyzinin açılmasını dilerim. Yanımıza Reşid, Hamid ve Abdülmelik gelmişlerdir. Bizler, cümlemiz, Padişahlar Padişahı (CC)’nın kuluyuz. Allah (CC.)'ın kullarına, imkânımız ölçüsünde, hizmete memuruz. Bildiğimiz bir şeyde kusur etmeyiz. Yüce Allah (CC), sizleri, hayırlı mükâfatla mükâfatlandırsın. Bizleri, Yüce Rabbanî feyz ve rahmeti ile feyizli kılsın. Cümlemizi sevindirdiniz ve ferahlandırdınız; güzelliklerle kalmanızı dilerim. Yüce hayır sahibi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e, âl ve eshabına salât ve selâmlar olsun.
Hadım-ül ulema-i vel fukara
Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Hazret-i Şeyh (KS), birçok âlim, hatip ve büyük devlet adamlarına, Müslümanlar arasında ilmi ve adı ile tanınmış büyük velilere, bizzat el yazısı ile cevap vermiş, bu kişilerden bir kısmına ise irşad maksadı ile yazmışlardır. Aşağıda bulunan risaleyi, bilumum tanıdıklarının yararına yazmışlardır"
Muhterem, sevgili, aziz müridlerim! Bu yola intisabı seven ve intisab eden, sevgili ve aziz müridlerim!
Cümlenize Allah (CC)’tan af ve afiyet diler, hal ve durumunuzu güzelleştirmesini niyaz ederim. Yine cümlenizi selâmlayarak, sevgi ve iştiyakla, sizlere dua etmekteyim. Sizlerin de hal ve hatırınızı sorar, rahat olup olmadığınızı sual ederim. Allah (CC)'ın izniyle, hiçbir zaman sizlere karşı kalbî teveccühlerimi eksik etmediğim gibi, ailelerinize karşı da hayırlı dualarımı unutmuş değilim. Allah (CC), cümlemizi, yüce rıza ve sevgisini kazanmaktan mahrum etmesin.
Ey kardeşlerim! Şayet bizlere bağlılık ve mensubiyetiniz varsa, bu tarikatın usulüne ve adabına riayetle, bir müridin doğrulukla hal ve hareketini öğrenmeli, bununla kalmayıp, İslamî tezkiye ve Hanefî şeriatın buyruklarıyla, tarikat-ı Nakşibendîyye hakiki cevherine göre, nasıl amel ve tatbikat yapacağınızı iyi öğrenmeniz icabetmektedir. Yeter ki, tam ve temiz kalbî bir niyetle, güzel bir düşünceye, sabır ve yumuşaklığa, güzel ahlâkî nura sahip olasınız. Allah (CC)'a şükretmelisiniz; zira Yüce Allah (CC), sabırlı kulları ile birlikte olup, şükredenleri de fazlaca mükâfatlandırır. Hiçbir zaman Allah (CC)'ı unutanlardan olmayın ki, Allah (CC) da nefislerinizi sizlere unutturmuş olmasın.
Mutasavvıf insanların hal ve durumuna gelince: Müslüman bir kardeşin senin başına vurursa, bunu güler yüzle veya gülümsemekle karşılayarak, ondan af dilemelisin. Ve ona haklı olduğunu, hatanın sende olduğunu söylemelisin. Hatta helâlleşmelisin. Böylece sana yapılan kötülüğü müsamaha ile karşılayıp, ona güzel bir cevap vermelisin. Nitekim söylediklerimizin doğruluğunu Yüce Allah (CC)’ın, Araf Sûresi 199. Âyet’indeki:
"Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere aldırış etme!" buyruğu ile anlarsınız.
Bu Âyet nazil olduğunda, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, Hazret-i Cebrail'e manasının ne olduğu hakkında sual buyurmasıyla, Hazret-i Cebrail (AS): “Seninle alâkasını kesen bir kimseye karşı, sen bağını kesmeyeceksin. Seni bir şeyden mahrum edeni, sen mahrum etmeyeceksin. Sana zulmedeni affetmelisin" cevabını vermiştir.
Niyet ve akidesi saf ve temiz olan bir müridi severim, yeter ki o mürid, her türlü şaibeden uzak, iş ve amelinde, ibadetinde sessizce çalışan, orucunu, zikrini ihmal etmeyen, açlık üzerinde sebat eden, nimetleri hatırlayıp şükreden, başkalarının vaaz ve nasihatlarını dinleyen, mensubu olduğu yola bağını muhafaza eden, namazının şart ve erkânını en güzel bir surette Allah (CC)'a tam itaat ve huşu ile yerine getiren bir kişi olsun. Nitekim Hakk Teâlâ (CC), Mü'minün Sûresi, 1.-6. Âyet’inde:
"Müminler saadete ermişlerdir. Onlar, namazda huşu içindedirler. Onlar, boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar, zekâtlarını verirler. Eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten korurlar. Doğrusu bunlar, yerilemezler" buyrulmaktadır.
Namazlarınızı, mümkün mertebe vakitlerinde ve cemaatle kılmanızı tavsiye ederim. Zira cemaatle namaz kılmanın fazileti, yalnız başına kılmaktan 27 derece daha fazladır. Şeriatın bu türlü edep ve usulüne karşı dikkatli olmak, nefsin hazımlı olmasını sağlayıp, kişiyi kendini beğenmişlikten korur, nefisle cihad etmenin devamını sağlar. İşte İslâm ve tarikat budur. Yüce Allah (CC), güçlü Kitab’ın İsrâ Sûresi, 37. Âyet’inde:
"Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen, ne yeri delebilir ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin" buyurmaktadır.
Evlâtlarım! Yine sizlere vasiyetim şudur ki: Salih bilginlerin meclisinde oturmanızı, gafiller ile birlikte bulunmamanızı tavsiye ederim. Hakk Teâlâ (CC), Necm Sûresi, 29. Âyet’inde:
"Bizi anmaktan yüz çevirenlere ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlere aldırma!" buyurmaktadır.
Yine Hakk Teâlâ (CC), Kehf Sûresi 28. Âyet’inde:
"Sabah akşam Rabb’lerinin rızasını dileyerek, O'na yalvaranlarla beraber, sen de sabret! Dünya hayatının güzelliklerini isteyen kimselerden gözlerini ayırma; bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevasına uyan kimseye uyma!" buyrulmaktadır.
Şunu iyi bilmelidir ki, kişi şeriatı izlemeden, hiçbir vakit tarikattan faydalanamaz. Kur’an-ı Kerim’in Âyetler’ini ve Hadis-i Şerifler’i öğrenmek zaruridir. Şeriata uygun yürümeyen tarikatler, bir zındıklıktan başka bir şey değildir.
Kutb-ül Âzam Efendimiz Şeyh Abdülkadir Geylânî (KS), bu konuda şöyle buyurur: ''Herhangi zâhiri bir iş, bâtına karşı muhalefette bulunursa; o bâtıldır, bâtıldır, bâtıldır..." Bu “bâtıldır” kelimesini, üç defa te'yiden söylemişlerdir.
Sizlere, Müslüman kardeşlerinizi sevmeniz düşer, şüphe ve zanla onlara karşı bir davranışta bulunmayın. Onlara, hüsn-ü niyetle davranın. Kardeşine karşı 70 kez özür dile. Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz bir Hadis’lerinde:
"İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmeden iman edemezsiniz. Sizlere bir şey gösteriyorum ki, bunu yaparsanız, kurtuluşa erenlerden olursunuz: Birbirinizi seviniz ve aranızda selamlaşmayı temin ediniz. Kardeşinizden şeriata aykırı bir şey gördünüz mü, güzellik ve tatlılıkla uyarın. Şayet sözünüze, doğru amelinize, nasihatlarınıza uymazlarsa ve aykırı hareketleri devam edip giderse, artık o vakit sizlere yapacak bir şey düşmez. Onlar hatalarından dönünceye kadar, ayrılırsınız" buyurmaktadırlar.
Bir Müslüman, Müslüman kardeşine yardımla mükelleftir. Onunla birlikte oturup, tatlılıkla nasihatini yapmalı, sevgi ile konuşmalı, maddî ve manevî kültür yönünden onu desteklemelisin. Keza kişi, tanıdığı hastaları ziyaret etmeli; mescidlere olan hak ve sorumluluğunu, yapının tamir ve bakımını benimsemelidir.
Hakk Teâlâ (CC), Tevbe Sûresi, 18. Âyet’inde:
“Allah'ın mescidlerini, yalnız Allah'a, ahiret gününe iman getirip, namazını dosdoğru kılan, zekâtını veren, ancak Allah’tan korkan kimse mamur kılar. İşte onlar, doğru yolda bulunanlardan olabilirler" buyurmaktadır.
Ne var ki, bir mescidin onarımı veya yıkılan bir duvarını veya tavanını yenilemek,
yeterli değildir. Mescide devam eden Müslümanların sayılarının artması ve cemaatle namaz kılınması önemlidir. Yüce Allah (CC), bizlerden bunu istemektedir. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz de bu hususa işaret etmiş, cemaatin tek bir kalp gibi olmasından hayır ve bereketin artacağını bildirmiştir. Özellikle Cuma, hac ve dini iki bayramın önemi üzerinde durmuştur.
Burada dikkat edeceğiniz önemli bir nokta vardır ki, nefsi emmarenin hilesine kapılıp, gaflete düşüp, kendinizi büyük görmekten ve gıybetten sakınmanızdır. Nitekim bir Hadis’lerinde, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz:
"Gıybeti nefsinden uzaklaştıran, Allah'ın rahmetini kazanmış olur" buyurmuşlardır.
Herhangi bir kimse gıybete sebep olacak bir harekette bulunursa, o kimse, bu suçun ortağı olmuş olur. Yine bir kimse, bir gıybeti duyar ve bunu yapanı uyarmazsa, o suçun ortağı olmuş olur. Hakk Teâlâ (CC), gıybeti duyanlarla ilgili olmak üzere, Mâide Sûresi, 41. Âyet’inde:
"Ey Peygamber! Kalpleri inanmamışken, ağızları ile ‘inandık’ diyenler, yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk yapanlardan inkâra koşanlar seni üzmesin. Sözleri, asıl yerlerinden değiştirirler de: ‘böyle bir fetva size verilirse, alın, verilmezse kaçının’ derler. Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kimse için, Allah'a karşı, senin elinden bir şey gelmez, işte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Ahirette de onlara büyük bir azab vardır" buyurmaktadır.
İşte bu kötü huy, dedikodu ve gıybet yüzünden, Müslümanlar arasında kin, nefret, birlik ve beraberlikte dağılma ve tefrika artmış bulunmaktadır. Gıybet edenler, bunu, suyu içmek gibi önemsiz görüyorlarsa da, Allah (CC) katında en nefret edilecek ağır bir suç olduğunu bilmelidirler. Özet olarak, Hucurât Sûresi, 13. Âyet’te:
"Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri, bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizleri milletler ve kabileler haline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız, soy ve sop ile övünmeyin. Çünkü Allah'ın yanında en muazzez ve muteber olan, sizin en ziyade muttaki olanınızdır. Allah soyunuzu, sopunuzu hakkıyla bilir, her halinizden haberdardır" buyrulmaktadır.
İşte bir kimsenin en dikkat edeceği şey, gaflet ehlinden, bid'atçılardan, yalancı ve hilekârdan, şerden, zulümden uzaklaşmasıdır. Bu gibilerle dostluk ve yakınlık kurmaktan kaçınmalıdır. Zira bu gibilerin, İslam’ın temiz şeriat ve tarikatına zarar verecekleri bilinmelidir. Bu sebeple, bunların zarar ve zulmünden, kötü niyetlerinden kurtulmanın çaresi, bu insanlardan uzak kalmaktır. Nitekim Hud Sûresi, 113. Âyet’inde:
"Zulmedenlere gönülden meyletmeyin. Yoksa size ateş dokunur. Allah'tan başka da sizin hiçbir dostunuz yoktur. Sonra O'ndan da yardım görmezsiniz" buyrulmaktadır.
Bu gibi münafık ve kâfirler, aranıza karışmış bulunmaktadır. Yüce Allah (CC)’ın, bizleri, bunların şer ve zulmünden, kötülüklerinden korumasını, bizlere doğru yolu göstermesini dileriz.
Sevgili yakınlarım ve kardeşlerim! Salih evliyaları inkâr etmekten sakının. Onlar hakkında kötü düşünce, yani şüphe ve zanda bulunmayın. Evliyaları inkâr etmek, aşırı sataşma ve tecavüzdür. Onlar hakkında aşırı, çokça iyimser olmak da evliya makamına tecavüz demektir. Zira şeytan, her vakit, sizi yanıltmak için ifrat ve tefride kaçtığı gibi, hile ve hainliğini de sürdürür. Nitekim güçlü Kitab’ın Fâtır Sûresi, 5.-6. Âyet’lerinde:
"Ey insanlar! Allah'ın haşr ve ceza hakkındaki vaadi, elbet olacaktır. Sakın sizi dünya diriliği aldatmasın, aldatıcı kuruntular sizi Allah'a mağrur etmesin. Çünkü şeytan, düşmanınızdır. Onu düşman bilin, o, ancak taraftarlarını, cehennemlik olsunlar diye heveslendirip, davet eder" buyrulmaktadır.
Ve yine Allah (CC)'ı gizlice anmaya devam etmenizi, ibadetlerinizi, Allah (CC)'ı görüyormuş gibi ifâ etmenizi nasihat ederim. Zira siz O (CC)'nu görmeseniz de, O (CC), sizi görmektedir. Ve O (CC)'nu anlamak ve bilmek, vicdanî bir duygu ve ilimdir. Kalben, bir kalıp halinde maarif ehline tutunmak, onlardan, özellikle Nakşibendî mensuplarından ve büyüklerden yardım istemek icab etmektedir. Nitekim Hakk Teâlâ (CC), bu bapta Şûra Sûresi, 15. Âyeti’nde:
"İşte bundan dolayı tevhide davet et, sana nasıl buyurulmuşsa, bu yolda öyle sabit dur, onların heveslerine uyma!" buyurmaktadır.
Sonuç olarak bütün yakınlarım, sevdiklerim ve yolumuza intisab edenler: Allah (CC)'a, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’e ve irşad sahibi evliyalara icabet ediniz! Duaları, sizleri daha canlı bir duruma getirir. Zira insanlar arasındaki fısk ve fesad yaygın bir hale gelirse, Resul-ü Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz: "Sizlere, saçlarınızı traş eder demiyorum, dininizi traş edip götürür demek istedim" buyurduğu gibi olur.
Müslüman bir kimsenin, din kardeşinden, üç gün için dahi uzaklaşması helâl değildir. Şayet üç gün birbirlerini göremezler ve sonra karşılaşmış olurlarsa, hayırlı olan şey, ayrılık mazeretlerini birbirlerine bildirmeleri ve sözlerine selâm ile başlamalarıdır.
Ey Allah'ım! Bizleri, Sen’in Cemal’ini görenlerden eyle ve Sen’den başkalarını görmekten uzak tutarak af ve afiyete mazhar kıl. Bizlere, yüce faziletinle davranmanı ve adaletinle ceza vermeni dileriz. Senin yüce adını anmak ve sana şükretmek için bizlerden yardımını esirgeme. Evliyalarına yardım ettiğin gibi, bizlere iyi ve kötü günlerde, ölüm ve hayatta, sıhhat ve hastalıkta, hazarda ve seferde, zâhiren ve bâtınen yardım et.
Ey Allah'ım! Dinimle, kalbimle amellerimin sonucu ile sana veda etmekteyim. Verdiğin taze nimetlere şükranımı arz ederim. Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e, âl ve eshabına salât ve selâm olsun.
Hadim-ül ulema vel fukara
Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Lübnan’da, Sayda şehrinde hatib olan Şeyh Nezih Efendi’ye yazdığı mektubun suretidir."
Sevgili ve aziz Şeyh Nezih Efendi!
Yüce Allah (CC), sizleri ve bizleri, her türlü mekruh olan şeyden uzak kılsın ve affetsin. Şer'î tarikat işleri hakkındaki konuları ihtiva eden mektubunuzu almış bulunmaktayım. Mektubunuz bize, güzel niyet ve akidenizin selâmetini anlatmış oldu. Şimdi, Lübnan'da bulunan ve bu tarikatın mensubu olan kardeşlerimin şeriat ve tarikat hakkındaki sorularını cevaplayacağım:
İki gözüm, bu ulu tarikat, yeni doğmuş bir bid'atın eseri değildir. Bu tarikatla müşerref olanlar ve doğrulukla üzerinde sebat edenler, kalplerinin aydınlandığını görmüşlerdir. Bu kişiler, gün be gün, Yüce Allah (CC)'ın yardımını görmekte, gizlice üzerlerinde biriken ve gözlerini kör eden keyfi davranışlarının ve nefsi emmarelerinin kirliliğinden ve fasid ilişkilerinden sıyrıldıklarını hissetmektedirler.
Azizim, şunu bil ki, bizim ulu tarikatın meşrebi, yürüyeceği ve benimseyeceği yol, Allah (CC)'ın rızası üzerlerine olsun, Sahabe-i Kiram'ın meşrebi ve yoludur. Yani onların izlediği ve yürüdüğü yoldur. Bunun esası da doğruluk ve ihlâstır. Bunu ancak, ihtisas ehli kazanabilir. Zira bu iş, Yüce Allah (CC)'ın kerem ve faziletine bağlıdır, dilediğine ihsan eder; Yüce Allah (CC), azametli ve fazilet sahibidir.
Tarikatımız, bizden önce gelen ve göç eden peygamberlerin yoludur. Nitekim Hakk Teâlâ (CC) Yusuf Sûresi, 108. Âyet’inde:
"Onlara de ki: İşte benim yolum, ben de basiret üzere, Allah'a davet ediyorum, bana tâbi olanlar da basiret ile davet ederler; Allah, her şeyden tamamiyle münezzehtir; ben, Allah'a ortak koşanlardan değilim" buyurmaktadır.
Ve yine Bakara Sûresi, 136. Âyet’inde:
"Deyiniz ki, biz, Allah'a ve bize indirilen Kitab’a, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve ahfadına indirilmiş olanlara, Rabbleri tarafından Musa ve İsa'ya verilenlere, Enbiya’ya verilenlere de iman ettik, onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz, yalnız O'nu izleriz ve O'na tâbiyiz" buyrulmaktadır.
Bu tarikatın başlangıcında, kişi, sabırlı ve kararlı olmalı, kolaylığı terk etmelidir. Buradaki azmetmek ve kolaylığın terki, bazı insanların düşündüğü gibi, kısa namaz kılmayı reddetmek değildir. Bu sözlerden maksat ve murad; yemek, içmek ve giyinmekte fazla özentiden kaçınmak, bunları azaltarak sadeliğe yönelmektir. Bunlar, her ne kadar mubah ise de, azaltılmalarında fayda vardır. Nafile ve farzlarda, Allah (CC)'ın rızasını kazanmak için kolunu sıvayarak çalışmak, fakirlere ve muhtaç kimselere yardım etmek, pek çok ecir ve sevap getirir.
Nitekim Yüce Allah (CC), Bakara Sûresi, 177. Âyet’inde:
"İyilik, sadece yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değildir; belki iyilik, o kimsenin iyiliğidir ki: Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a, peygamberlere inanır; malını seve seve yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmış olanlara, dilencilere, esir azadına verir. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir; onlar, söz verdikleri zaman sözlerini yerine getirirler. Sıkıntılı, hastalıklı, kavganın şiddetli zamanında sabrederler; işte sadık doğru olanlar, bunlardır. Takva sahibi olanlar da, bunlardır" buyurmaktadır.
Bizim tarikat dairemizin ekseni ve İlâhî sevginin anahtarını, muhterem dedem Şeyh Ömer Ziyaeddin (KS)'in bazı müridlerine yazmış olduğu bir mektupla belirtmeye çalışacağım ki; tarikat usul ve adabı, bir öğüt ve rehber olsun. Hazret der ki:
"Bazı ulu evliyalar, maiyetinde yürüyen müridlere, bir öğüt olmak üzere: ‘Bir kul, nefsini, kendisine itaat etmesi için nimetleneceği ve üzüleceği bir şekle sokmalıdır’ demişlerdir.
Şu bir gerçektir ki, nefis, seni daima, Allah (CC)'a ibadetten alıkoymaya çalışır. Sahibini Allah (CC)'tan gayri bir yola ve düşünceye yöneltir. Nefis, kalplere hâkim olup kalpleri istilâ edince, onu esir alarak hâkimiyetini kurmuş olur. Kendisi harekete geçince, kalp de vücutla birlikte harekete geçer. Böylece akıllı bir kimse, kendisiyle Yüce Allah (CC) arasında bir mani olmadığına dair nasıl bir iddiada bulunabilir veya ibadetini nasıl ihlâsla yapabilir? Nefsin, kendisine ne türlü belâlar getireceğini bilmez. Zira başıboşluk ve keyfî davranış, nefsin ruhu olup hizmetçisi de şeytandır ki, şer ve belâ, şeytanın yapısında yerleşmiş bulunmaktadır. Hakikata karşı gelmek, onunla bozuşmak ve çatışmak, şeytanın maya hamurunda yoğrulmuştur. Nitekim onun sıfatlarından şüphe, tereddüt, büyüklük, kıskançlık, iddia, saygısızlık, tahayyül, emel ve buna benzer birçok sıfatlar vardır ki, Allah (CC), bizleri bu gibi sıfatlardan korusun.
Bir kul Yüce Allah (CC)'ına nasıl ibadet ediyorsa, nefis de öylece şeytana ibadet etmeyi sever. Kul Rabbine nasıl tazim ederse, nefis de şeytana öyle tazim eder. Şayet şeytanın bu sıfatları bir kulda yerleşirse, o kul Rabbine nasıl yaklaşabilir? Kul, bazı hal ve hareketlerinde şeytanla barışırsa, o kul nasıl doğrulanır? Kesinlikle bilinmeli ki, nefse ve şeytana şefkat gösterenler, hiçbir zaman kurtuluşa erişemezler. Doğru bir kimse, nefsin arzuladığı veya şiddetle sevdiği şeyleri bırakır veya yapmaz ise, o vakit içinde rahatlık duyar. Şeytan, insanı, hiçbir vakit güzellik, iyilik ve nezahata yöneltmez. Bir kimse, nefsi emmaresi dolayısıyla şey-tana yakınlıkduyarsa, onun hatırı için bir Müslümanın kalbini kırıp zarar verirse hata etmiş olur. Zehirden daha etkili zarar veren bu davranışından kaçınmalıdır. Kırılan kalp yüzünden, bir hayır beklememelidir. Çünkü kırılan o kalp yüzünden, kendi kalbinde bir kalkan oluşmuştur. Bu kalkan yüzünden, kötü düşünce ve hatıralardan kurtulmaz.
Yüce Allah (CC), güçlü Kitab’ının Şems Sûresi’nin 9-10. Âyet’inde:
"Nefsini pak eden, muhakkak umduğuna erişir, nefsini cehalet ve masiyet ile örten de ümitsiz kalmış olur" buyurmuştur.
Bu yolda yürüyen bir kimse, nefsine şiddetle karşı gelmekle uğraşmalı, işini gücünü bırakıp nefsi ile şiddetle cihad etmeli ve bu şekilde onu olduğu yerde durdurmalıdır. Nefsi ihmal edip ona karşı gevşek davranıldığı takdirde, nefis onu aldatır ve boynuna binerek kişiye hâkim olur. Fakat kişi, nefsi ile cihatta, zaman zaman ona rahatlık vermeli, ancak bu rahatlık, onu pek serbest bırakacak derecede olmamalıdır. Kişi, nefsine karşı düşmanca davranırsa, onu tatlılıkla aldatarak bir hayli yorup uğraşmalıdır. Eğer nefsini izlemeyi bırakırsa, bu kez nefis onu izler.
Bu yoldaki bir müridin nefsi ile uğraşmasının usul ve adabında özetle diyebiliriz ki; nefsin yuları, müridin elinde olmalıdır; ne fazla asılmalı, ne de fazla gevşetmelidir.” Ey iki gözüm Şeyh Nezih! Yukarıda açıkladığım konu, dedem Şeyh Ömer Ziyaeddin (KS)'e aittir. Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, Hazret-i Ebu Bekr (R.A.) ile ilgili bir Hadis’inde, eshabına hitaben: "O, fazlaca namaz kılıp oruç tutmakla sizlerden daha faziletli değildir. O’nun fazileti, bir şeye dayanır ki, o da, göğsünde yerleşen şeydir” buyurmuşlardır. Bu Hadis, ulu tarikatımızın başlangıç ve mahiyetini anlatmaktadır. İşaret edilen şey ise Yüce Allah (CC)'ın fazileti ve inayeti ile haleflerin seleflerinden aldıkları mirastır. Bu miras, tarikatlara başkanlık eden torunları ile bu güne kadar süregelmektedir. Bunun tadını alanlar bilir.
Yüce Allah (CC), En'am Sûresi 124. Âyet’inde, Hazret-i Ebu Bekr (R.A.) hakkında:
"Yüce Allah, Peygamberliği koyacağı yeri daha iyi bilir" buyurmuştur.
Gözümün nuru! Mektubunuzda, şiilerin imamlarına, Peygamber (SAV)i meth ve sena eden şiir ve naatlara benzer şeyler yazıp verdikleri gibi, yanınızda bulunan bazı yakınlarınızın, mürşid hakkında vasıf ve övgüler yazıp bu şiirler sebebi ile Allah (CC) tarafından korunduklarını ve kâinatta tasarruf haklarının olduğunu, beyan ettiklerini anlatıyorsunuz.
Ey aziz kardeşim! Akıllı bir kimse, bir şeyin ne olduğunu anlamak istiyorsa, ehlinden öğrenmelidir. Başka kapı ve yollara başvurmamalıdır. İlim ve zikir ehline sorulmalıdır. Biz, hiçbir peygamber ve ehlibeytinden, hatta bu ulu tarikatın herhangi bir şeyhinden, böyle sözler işitmedik. Şayet Yüce Allah (CC), kullarından herhangi birini üstün bir keramet sahibi kılmayı dilerse, bu kul, Allah (CC)'ın mülküne keyfî olarak tasarruf edemez; zira Allah (CC)'ın güç ve kudretine ihtiyacı vardır.
Nitekim Hakk Teâlâ (CC), Cin Sûresi, 21. - 22. Âyetler’inde:
"De ki, ben, sizin için ne zarara ve ne de menfaat ve hayra malik değilim. Ve yine onlara de ki: Allah'a karşı gelirsem, hiç kimse beni azaptan kurtaramaz, O'ndan başka sığınacak yer de bulamam" buyurmaktadır.
Hazret-i İbrahim (AS), Yüce Allah (CC)’ın emri ile dört kuşu parçalara ayırıp, parçaları karıştırdıktan sonra her birini bir dağa bırakmış, sonra yanına çağırması ile bu parçalar derhal toparlanıp gelmişler; ne etlerinden, ne de kemik ve tüylerinden bir kısmı eksik olmamıştı. Acaba Hz. İbrahim (AS)'in onları davet etmesi ile mi, yoksa Allah (CC)'ın Hz. İbrahim (AS)'e bağışladığı güç ve kudret ile mi canlanıp gelmişlerdi? Yüce Allah (CC), dilediğine, kendi yüce varlığından keramet ve mucizeleri ihsan eder.
Nitekim Allah (CC), Nahl Sûresi 31. Âyet’inde:
“Orada, onların diledikleri her şey vardır, Allah, sakınanları böylece mükâfatlandırır" buyurmuştur.
Bizler ayetleri, peygamber mucizelerini, evliyaların kerametlerini doğrulamaz isek, Allah (CC) korusun, din ve dünyamızı kaybetmiş oluruz. Maksat ve muradımız, bu ulu tarikata tutunmak ve bununla şereflenmek olup, kerametleri ve fevkalâde şeyleri inceleyip tahkik etmek değildir. Bu binanın temeli, ayıplarla örtülü olan zâlim ve kabahatli nefsi emmareyi ıslah edip temiz ve pak etmek, onu, bu gibi illet ve afetlerden kurtarmak, İlahî sevgi ve yakınlığa ehil olacak bir yakınlığa getirmektir.
Fecr Sûresi 27.-30. Âyetler’inde:
"Ey emin ve mutmain olan nefis, sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabb’ine dön, has kullarımın arasına gir, onlarla birlikte cennetime gir" buyrulmuştur.
İşte en büyük başarı ve mutluluk budur. Bu başarı ve mutluluk, ancak tarikata mükemmel vâkıf olan nasihat verici, uyarıcı, âlim ve kâmil bir şeyhi izlemekle mümkündür. Bir mürid, bir şeyhe nefsini teslim etmediği takdirde, İlahî muhabbetten uzak kaldığı gibi, bütün bu anlattıklarımızdan da mahrum kalır. Mürid, mürşidinin elleri arasında, tıpkı bir ölünün ölü yıkayıcısının elleri arasında bulunduğu gibi bulunmalıdır.
Hakk Teâlâ (CC), Nisa Sûresi, 65. Âyet’inde:
"Öyle değil! Rabb’in hakkı için onlar, aralarındaki karışık işlerde seni hakem kılmadıkça, hem de verdiğin hükümden dolayı can sıkıntısı duymaksızın sana tamamiyle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar" buyurmaktadır.
Ey iki gözüm kardeşim! Sorduğun sorunun cevabı budur. Tarikatın usul ve âdâbını öğrenmek için bundan başka neye dayanılır? Diğer soruna gelince: Bir kimse, tehlikeli bir durumda veya kerahat duyulacak bir şeyle karşılaştığında, Rabb’inden mi yardım istesin, yoksa mürşidine mi seslenmiş olsun? Yüce Allah (CC), icabet yönünden terbiye ve edep hususunu bizlere, Nisa Sûresi, 64. Âyet’indeki buyrukları ile öğretmektedir. Şöyle ki:
"Onlar, kendilerine zulmettikleri zaman, sana tevbe ederek gelip, Allah'tan yarlıganma isteselerdi, Peygamber de onlar için yarlıganma isteseydi, elbette Allah'ı tevvab, rahîm bulurlardı." Bu bakımdan, zat-ı âliniz, ilim ehlindensiniz, bundan fazla bir açıklamaya lüzum yoktur zannederim.
Diğer yönden, yabancılar gibi toplumdan uzaklaşmış, inzivaya çekilmiş müridler hakkındaki yazınıza gelince; bizler, Müslümanlara yardım ve hizmetin kesilmesi hususunda bir emir vermedik, veremeyiz de... Aksine, onları, doğruluk ve takva yönünden birbirlerine yardıma teşvik ettik, gayretlendirip heveslendirmeye çalıştık. Ve onlara: "Bir kul, Müslüman kardeşine yardım ettiği sürece, Allah (CC) da o kulun yardımcısı olur” dedik.
Öte yandan, siyaset ve particilik işlerine gelince; bir insan, kendini, ne olacağı belirsiz, karışık işlerle emniyet altına alamaz. Nitekim çok önemli bir konu olan bu iş hakkında Cenab-ı Hakk (CC), İsrâ Sûresi, 36. Âyet’inde:
"Bilmediğin bir şeyin arkasına düşme. Çünkü kulak, göz, gönül; hepsinden sahibi sorumlu tutulacaktır" buyurmuştur.
Bir başka konu da zikir hakkında sorduklarınızdır. Bizler, onlara, doğru zikrin nasıl yapılacağını öğretmiştik. Allah (CC) lâfzında, (lâm) harfinin uzatılması lâzımdır. Bilinmelidir ki cehri zikir, şerefli Kâdirî tarikatının usul ve adabındandır. Biz, bu yönden, zikrin bereketini fazlaca almak için Allah (CC) anısını içimize koyduk. Tarikatımızda zikr-i kalbî vardır. Yani zikir, kalben yapılır. Bu hususta yeni baştan bir risale yazarak ve özellikle Nakşibendî tarikatına yeniden intisab edenlere bildirdik. Münasebet lüzum ettikçe de her vakit açıklayıp gösterdik. Sanki vaaz ve nasihati ilk defa öğrenmişler ve bu tarikat hakkında yeni bir fikir alıp öğrenmek istiyorlarmış gibi, tarikata henüz dâhil olmuş kişiler hakkında verdikleri ani hüküm ve düşünce ile onların tasarruflarını kötü görmüş olmaları doğru değildir. Bizler, bu fiile teşebbüs etmeleri hususunda emir vermedik. Sizin ilmî sıfatı taşıyan bir kişi olmanız sebebiyle, Müslümanların kalplerini birleştirmenizi ve onlara, davranışlarının doğru olmadığı hakkında dini nasihatta bulunmanızı tavsiye ederim. Onlara yumuşaklıkla yaklaşmanın daha iyi sonuç vereceği aşikârdır, efendim.
Yazdıklarınız vefalı, ihlâs sahibi ve merhametli bir kalpten çıkmışsa, sözünüz geçerli ve şeriata uygundur. Sakın bu söylediklerimden alınmamalı ve gücenmemelisiniz. Yukarıda size, bu ulu tarikatın cevherî yönlerini ve başlangıcını açıklamış olduk. Bizzat nefsî dahi olsa doğruyu söyle, şeytana karşı bir süngü gibi davran. Kur'an-ı Kerim'de Sad Sûresi 82. -83. Âyetler’inde, şeytan, Allah (CC)'a şöyle söylemiştir:
"Şan ve şerefin hakkı için ben, onların tümünü azdıracağım. İçlerinden hâlis ve muhlis kullarından başka" Evet, sen, şeriat yolunda yürüyen, âlim sıfatı taşıyan bir şahsiyetsin. Ve yine evkaf idaresinde din işlerini yürüten, vakıflara ait müesseselerin, cami ve mescidlerin ve benzer hayır yerlerinin bina ve tamirine vesile olan ve yetimlerin hakkını koruyan bir devlet memurusun. Bu sebeple, ilk iş, kalpleri doğrulukla birleştirmektir ki, bu hususta en önemli görev, nasihattir. Sizin yapacağınız iş, tasavvufa karşı kin ve kıskançlık içinde savaşanlara, usanmadan ve korkmadan nasihatta bulunmanızdır.
Çünkü bu türlü anlaşmazlık, ne şeriatta ve ne de tasavvufun usul ve adabında vardır. Bu türlü davranış ve harekette bulunanlar, bizlerden olmadığı gibi, bizler de onlardan değiliz. Bizler, Allah (CC)'ın izniyle, hak yolunun şaşmayan doğru yolunda yürümekteyiz. Cahiller, ilim ehlinin düşmanıdırlar. Acaba KALPLERİN TIBBI kitabını görüp, okudular mı? Bu kitap, kâmil bir mürşid olan babamız ve önderimiz Şeyh Alâeddin (KS) Hazretleri’nin eseridir. Bu kitabı okursanız, Hakk'ın ve tasavvufun ne olduğunu anlar, o vakit inatçı inkârcıların yaygaralarına kulak asmaz, dönüp bakmazsınız. Bu gibilere nasihatta bulununuz. Hatta Şeyh Abdullah Habeşî'nin de talebelerini uyarıp nasihatta bulunursanız, iyi etmiş olursunuz. Şimdi bu yazdığınız olayı, onlarla birlikte inceleyip tahkik ediniz. Bu anlaşmazlıklara birlikte mani olunuz. Bu zatlar, ne sebeple, küfür ve taşkınlık sebebi olan yahudi ve Hıristiyanlarla mücadele etmeyip, kendilerini ibadete vermiş Müslümanlara yüklenmektedirler? Birlik ve beraberlikten ayrılıp, dağılmak ve birbirine kin ve garaz göstermek, dinimizce yasaklanmıştır. Bu konuda Allah (CC), Al-i İmrân Sûresi, 103. Âyet’inde:
"Hepiniz birden Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, birbirinizden ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler, yekdiğerinize düşman idiniz. Allah, sizin kalplerinizi İslâm ile birleştirdi de O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuzdu." buyurmuştur.
Ve yine bu konu üzerine Hakk Teâlâ (CC), Hucurât Sûresi, 10. Âyet’inde:
"Mü'minler, hakikatte, kardeşten başka bir şey değildir. Artık iki kardeşin arasını bulun, Allah'a karşı durmadan sakının." buyurmuştur.
Ey sevgili kardeşim Şeyh Nezih! Size vaktiyle yazmıştım; tarikatın, bir hizip veya parti olması mümkün mü? Evet, ey tarikat ehli ve erbabı ve dostlarımız! Şu Âyet’e dikkat edin! Hakk Teâlâ Mücadele Sûresi, 22. Âyet’inde:
"İşte onlar, Allah'ın askeri ve adamlarıdır. Haberiniz olsun ki, umduklarına erecekler, Allah'ın askerleri ve adamlarıdır" buyurmaktadır. Âyet’teki açıklığa göre, tarikat, bu söylenen kimselerin gayrısından uzak ve temizdir.
Mektubunuzun sonunda, bir cemaatin sözleri ile bu mektubu yazmak zorunda bırakıldığınızı işaret ediyorsunuz. Belki de gerçek budur. Ne var ki, siz, ilim ehlisiniz, tarikatın adap ve usulünü ve tarikatların ne yolda yürüdüklerini biliyorsunuz. Buna ilâveten Nakşibendî Tarikatı’nın seyr ve sülûkunu bilmektesiniz. Güvenilir kitaplarda da tarikatımızın nasıl doğup çıktığı, nasıl yayıldığı bildirilmektedir. Bütün bu konular malûmunuzdur. Mektubunuzda, Erbilli Şeyh Mehmed Emin'in kitabından söz ettiğinize göre, mektubun sizin düşünce mah-sulünüz olmadığı, mezkûr şeyhin düşüncesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu zat, vaktiyle, dedemiz Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (KS)'in görevlisi idi.
İki gözümün nuru! Mektubunuzda, Allah (CC) yolunda cihaddan söz etmektesiniz. Şunu bilin ki, cihad, beş farzdan sonra bir Müslümandan istenilen bir emirdir. Bu beş erkânın ne olduğu, herkes tarafından bilinmektedir. Cihad konusuna gelince; bu da küçük cihad ve büyük cihad olmak üzere iki kısımdır. Büyük cihad olan nefsi emmare ile mücadele gerçekleşmeden, küçük cihad düşünülemez. Asıl büyük cihad, nefsi emmare ile mücadele ve cihaddır. Bir kimse, bununla şeriatı izler, akidesini doğrultur, helâl ve haramın ne olduğunu anlar ve öğrenir. İşte bütün bunlar büyük cihaddır ki, bir kimse, bunu, ancak ehliyetli uyarıcı, arif bir mürşidi izlemekle elde eder. Onun irşadı ile pas ve kirden kurtulmuş olur. Bu suretle Allah (CC)'ın kelâmını yükseltmek için bu yolda tatlılaşmış olur ki, icabederse bu görevi, şahsî menfaati için değil, şeriatın ismeti ve Müslümanların korunması amacıyla yapar. Müslümanlar, bu şartla birlik içinde birbirine sarılmış olurlarsa, ortaya Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in Bedir savaşında olduğu gibi, mani olucu, güzel bir güç ve kuvvet oluşmuş olur. Oluşan bu güç sayesinde, hakları ve vatanları ellerinden alman, zulüm altında bulunan Müslümanların mallarını, canlarını, ırzlarını, dinlerini koruyup müdafaa etmeleri için Yüce Allah (CC), onlara, gereken izni verir. İşte Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, bu tarzdan gayrı bir cihada kalkmamıştır.
Ey, aziz kardeşim Şeyh Nezih! Mektubunuzun bir yerinde, benden, tarikatta râbıta ve yardım hususunun açıklanmasını istemektesiniz. Rabıtanın çıkış yeri, Hakk Teâlâ (CC)’nın: "Ey iman edenler! Allah'tan çekininiz, sâdıklarla birlikte olunuz" buyruğu üzere, Kur'an-ı Kerim'dir. Bu İlâhî buyruk, boşuna değildir. Zira sâdıklarla birlikte olmamız, kalbimizi nefsin pasından, kirinden, fısk ve fücurundan, küfründen, inadından temizlemiş olur. Bu sebeple Cenab-ı Hakk (CC), bizlere, sâdıklarla beraber olmamızı emretmektedir. Acaba bu söz, bizleri hikâyelerle teselli etmek için mi söylenmiştir? Hayır, bu söz, salih ve kâmil bir insanın veya mürşidin kalbinden doğup, müridine sirayet eden, manevi feyz ve bereketi kazanmak ve Allah (CC)'a yaklaşmak için buyrulmuştur.
Büyük bilgin İmam Fahreddin Râzî Hazretleri (KS)’nin Tefsir-i Kebir’inde: "Sabredin, birbirinize bağlanın, Allah'tan çekinin ki kurtuluşa erişesiniz." Ve yine aynı tefsirde, Yunus Sûresi’nde bu Âyet açıklandığı gibi üç mana taşır: Şeriat, tarikat ve hakikattir.
Celâleyn Tefsiri’nin ikinci cildinde, Cemel Haşiyesinin sahibi ve İmam Beyzavi de keza yukarıdaki Âyet’i aynı ölçüde anlatmıştır. Şayet bundan daha açık bir bilgiye ihtiyacın varsa, yukarıda adı geçen kitaplara ve daha birçok âlimlerin eserlerine başvurabilirsin.
Rabbani âlimlerin eskilerinin ve gerekse haleflerinin ulu tarikatın usul ve adabı hakkındaki telif eserleri, bu konularla yüklü bulunmaktadır. Zira ilim ve basiret ehli, gerçekleri, açıkça kitap ve sünnetin iz ve işaretlerinden öğrenip almaktadırlar. Bu yazılanlarla kanaat sahibi olmayanlara, bu hususu nasıl inandıralım?
Şimdi ilk Âyet’e dönelim. Ey sevgilimiz! Kişi yeryüzünün batısında sâdıklarla olduğuna göre, aynı zamanda doğusunda da sâdıklarla birlikte bulunması nasıl imkân dâhilinde olabilir? Bu İlâhî buyruğu nasıl tatbik edebilir? Bu yüzden, bir mümin, ancak kalbî duygusu ile sâdıklarla birlikte olabilir, onların başlangıçlarını teyid eder. Böylece Âyet’teki İlâhî buyruğu infaz etmiş olur ki, kişi bâtınî yönünü aydınlatarak, karanlık halden, nuranî hale dönmüş olur. Bu da kişinin kalbine huzur ve rahatlık getirir.
İşte ulu tarikatların meşayihi, ilk önce müridlerine, bu şerefli rabıtayı tesis etmeleri için telkinde bulunurlar. O vakit müridin nefsi, kendiliğinden Allah (CC)'ı anıp zikretmeye yönelir. Böylece, Yüce Allah (CC)'ın fazileti ile İlâhî sevgi ve muhabbet kazanılmış olur ve doğru yoldan basiret ve hevesle yürürler. Böylece kişi, nefsî ve kalbî huzur mertebesine yükselmiş olur.
Ey aziz şeyhim! Tarikattaki seyr ve sülûku ve nefisle cihadı yerine getirmeyi, Padişahlar Padişahı olan Hakk Teâlâ (CC)'dan uzak görenlerin düşüncesi, sınırlı ve kısa olup görüşleri de zayıftır. Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, bu türlü görüş ve düşüncelerin, insana en büyük düşman olan kötü sıfat ve sonuçlara götüreceğini bildirerek, bizleri uyarmıştır.
Bir kimse, Rabbanî âlimler veya ârifler mertebesine ulaşmak istediği takdirde, bu kişilerle tanışıp şereflenmeden, kendi çabası ile nasıl o mertebeye varabilir? Zira buraya varıncaya kadar geçtiği yerlerde birçok zorluklar, gecikmeler, ihtarlar, uyarılar, dar boğazlar, tehlikeli ruhanî ve cismanî değişikliklerle karşılaşmış olur. Bir de kaybolup yok olma tehlikesi vardır. Bu sebeple, yanında yol gösterecek, tarikatın istikametini, en uygun ve güzel yollarını izletecek, hedefe varmak için en kısa ve emniyetli yolu gösterecek bir mürşidi yoksa, tehlike ile karşı karşıya olduğu gerçektir. Bu yolda en usta ve mahir rehber, asaleten, Allah (CC)'ın selâmı üzerlerine olsun, peygamberlerdir. Onlardan sonra, onların gösterdiği yolda doğrulukla yürüyen, doğru düşünen ve varisleri olan Rabbanî âlimlerdir.
Yüce Allah (CC), bu zatları, kullarına kestirme ve emniyetli yolu göstermeleri için bir rahmet olarak göndermiştir ki, Kur'an-ı Kerim'de Yusuf Sûresi, 108. Âyet’inde, mektubumuzun başında söylediğimiz gibi, bu konu açıkça bildirilmiştir.
Yüce Allah (CC), bu sâdık zatları, tarikata intisab edenlere yol gösterici yıldızlar yapmıştır, bizlerin de O'nlarla birlikte olmamızı emretmiştir. Şûra Sûresi’nin 13. Âyet’inin son kısmında:
"Allah, dilediğini kendisine ayırır, Hakk’a ve itaate dönen kimseyi de hidâyete erdirir" buyrulmuştur.
Büyük ve tam kemal sahibi Şeyh Ömer Ziyaeddin (KS)'in oğlu, pederim Şeyh Alâeddin (KS), Tıbb-ül Kulûb adlı eserinde, Allah'a hamd ve senadan, Resulüne salât ve selâm getirdikten sonra şöyle demektedirler:
"Ey Kardeşlerim! Ey din ve iman ehli! Başlarınızı, cahillerin dostlukları ile oluşan gaflet yastığından kaldırın. Henüz vakit var iken, âhiretiniz için amel ediniz. Allah (CC), sizlere göz verdiği halde bir şey görmüyor, kulak verdiği halde işitmiyorsunuz. Kalp vermiş, bir şey hissetmiyorsunuz; ölümü vermiş, bunu hatırlamıyorsunuz. Her nefis ölümü tadacaktır. Zira kusur edenlere, taşkınlık yapanlara ve umursamayanlara şiddetle azap vardır. Bunu hissetmiyorsunuz. Sonunda, her nefis, yaptığını bulacaktır. Yüce Allah (CC)'ın, yapılanlardan haberi vardır. Cehennem ateşi üzerinde olduğunuz halde, sabırlı değilsiniz. Kim taşkınlıkta bulunur ve dünya hayatını üstün görürse, onun sığınacak yeri cehennemdir. Mevlâ’mız, sevgilimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz: ‘Din nasihattir’ buyurmuşlardır. Eshab-ı Kiram'dan bazıları, kendilerine: ‘Kime nasihatte bulunalım, ey Allah'ın Resulü?’ diye sorduklarında, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz: ‘Yüce Allah'ın Kitab’ı ve Resul’ü istikametinde, Müslümanların imamları ile bütün Müslümanlara nasihat gerekir’ buyurmuşlardır. İşte ben, Allah (CC)'ın rahmetine sığınan şu fakir ve hakir Muhammed Alâeddin, sizlerin kurtuluşu bulacağınız nasihati öğretiyor ve sizi bu yolda uyarıyorum. Bu nasihatımla, kıyamet gününde imanlı halde ve emniyet içinde olmanızı diliyorum. Yüce Allah (CC), rahmet ve fazileti ile bizleri ve sizleri, güzel amel ile amel eden kimselerden eylesin, zira O (CC), merhametlilerin en merhametlisidir.” Yüce Allah (CC), Necm Sûresi 39-40. Âyetler’inde:
"İnsan için kendi sa'yından (çalışmasından) başka bir şey yoktur. Sa'yı da mutlaka görülecektir" buyrulmaktadır.
Zâriyat Sûresi, 56. Âyet’inde:
"Ben, cin ve insanı, yalnız bana ibadet edilsin diye yarattım, yoksa onlardan rızık da istemiyorum." buyrulmaktadır.
Bir Hadis-i Kudsî’de: "Hakkıyla çalışıp beni isteyen bir kimse, beni yanında bulmuş olur" buyrulmuştur. Yüce Allah (CC), bize, zâhiren ve bâtınen, zikir ve takvada bulunmamızı emretmiştir. Bunu "Sakın gafillerden olma!" buyruğu ile anlatmıştır. Bizim gafletten ve nefs-i emmarenin keyfî arzularını izlemekten uzak kalmamızı, Kehf Sûresi 28. Âyet’inde emir buyurmuştur:
"Sabah akşam Rabb’lerinin yüzünü, rızasını kastederek O’na ibadet edenlerle beraber, kendini sabırlı kıl. Dünya dirliğinin debdebesine kapılarak, onlardan gözlerini ayırma. Gönlünü zikrimizden gafil kıldığımız, hevesine uymuş, hali harap olmuş kimselere itaat etme." Böylece aklımızı, fikrimizi güzelleştirip, düzeltmemiz icab etmektedir. Yüce Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, bir Hadis’inde: "İnsan cisminde bir et parçası bulunmaktadır ki, bu et parçası iyi olursa, ceset bütünüyle iyileşmiş olur; bozulursa, ceset bütünüyle bozulmuş olur. İşte o et parçası, kalbtir" buyurmuşlardır.
Allah (CC) cümlemizi O (SAV)'nun aydınlık yolunda yürütsün, kalbimizi güzelleştirsin, üzerimizden gaflet perdesini kaldırsın. İlahî bağışın en güzel yönü, Allah (CC)'ı görüyor gibi ibadet etmendir. Sen O (CC)’nu göremesen de O (CC), seni görmektedir. Kalpler O (CC)'nun yüce adını anmakla huzur bulur.
Fakat bugün baktığımızda, kalblerimizin ayıplarla dolu olduğunu görmekteyiz. İmanımız, gafletin karanlık verici perdesiyle örtülmüş olup, zikrullah unutulmuştur. Böylece, Yüce Allah (CC)'ın marifetlerini tanımayı unutmuş, nefsin taşkınlık ve rezillikleri ile uğraşıp, çalışmaktayız. Bu yüzden, sahip olduğumuz cisimlerimiz dahi kokmaya ve bozulmaya başlamıştır. Kendimizi öyle kaybetmişiz ki, sapıklık çöllerinde helak olmuş bir durumda, artık neyin helâl ve neyin de haram olduğunu ayırdedemez bir duruma gelmiş bulunmaktayız. Böylece hata ve isyanımız sebebiyle, Yüce Rahmân (CC)’ın aydınlık rahmetinden yoksun olduğumuzdan, kalplerimiz sertleşip, kabalaşmıştır. Allah (CC)'ın zikrini ihmal edip, kalbleri sertleşenlerin vay haline!
Ey kardeşlerim! Şunu bilin ki, dünya sevgisi, cehalete yenilme, tembellik kâbusu, kıskançlık hastalığı, hasislik deliliği, hayal ve ümide kapılma iç yaraları, başkanlık heves ve sevgisi, hiyanet hastalığı nezlesi, ayıp suçların göz ağrıtıcı tozları, hamd ve senâ kapılarının terk edilmesi, taşkınlık ve isyankârlığa karşı suskunlukla burun içlerinin kokması, buğz ve adâvet hastalığına tutulmak, içten düşmanlık beslemek, kötü ahlâkı benimsemek, büyüklük dalağının şişmesi, kalbin kinle ağrı duyması, duanın terki ile yozlaşma, doğru düşüncenin terki, kalbi titreten zikrin terki, vacibleri bırakmak hastalığı, itaatsizlik, kendini beğenmek, şükür ve imanı bırakıp gafleti sulamak, boş konuşmak, haccı bırakmak, zulmün nasırları olmak, hırs ve tamah sahibi olmak, insanları zemmetmek için kanın kaynaması, çirkin şehvetlere düşkünlük, yalan safrasının acılığına katlanmak, koğuculuk balgamı ile bulanmak, ahde ve vaatlere vefasızlık ile yaralanmak, hakkı yemek ve saklamak, karaborsa cüzzamına yakalanmak, riya kolerasına tutulmak, yemek yedirmekten kaçınma uyuzluğunu kaşımak, zekât vermekten kaçınarak çiçek hastalığı dökmek, sadakadan imtina ederek vücudu çıbanlı bırakmak, kin beslemek, ihsan ve bağıştan uzak kalıp bırakmak, rezillikleri yükseltip hırsla dolup taşmak, gaflet ve dalâleti benimseyip himaye etmek, bu sayılanların az veya çok da olsa kalbe getireceği belâ ve hastalıkları korumak... İşte böylece, bütün bu sayılanlarla buyruk âleminin güzelliklerini tutsak etmiş olursunuz. Her kim bunları kazanırsa, bu illetlerle kalblerini öldürmüş, Allah (CC)'ın sevgisini atmış, O (CC)'nun hidâyet nurundan yoksun kalmış olur. İşte bedenin ölmesi gibi, kalbler de bu illetlerle ölmüş olur. Ve yine bu sayılanlarla, doğruluk ve iman nuru ile ulaşılan, Hakk (CC)’ın rahmetinden mahrum kalınır.
Ey kardeşlerim! Sizler, nefislerinizin etkisi ile Allah (CC)’ı unutanlardan ve O (CC)'nun da unuttuklarından olmayın! Zira böyleleri, fâsık kimselerdir. Şeytanı düşman tanıyın. Yüce Allah (CC)'a tam bir niyetle tevbe edin. Yukarıda saydığımız hastalıkları, kusursuz ilâçları ile tedavi edin. Bu ilâçların sahipleri, Ârifler ve Rabbânî âlimlerdir. Bu mürşidlerin yardımı ile ve tavsiye ettikleri macunlarla hastalıklarınızı tedavi edin. Sakın her şeyi kaybeden gafillerden, taşkınlardan, fitne ve fesad sahibi cahillerden olmayın. Her türlü ayıp ve kirden temiz ve uzak olun. Allah (CC)'ın vefalı ve özel kulları olan velîleri izleyin. Zira güçlü Kitap’ta: "Onlar için korku ve endişe yoktur" diye bildirilip, Allah (CC) tarafından Âyetler’inin şahadetinde korunmuş oldukları açıklanmıştır.
Ey benim nasihatimi dinleyen ve kabul eden kişi, bil ki, böylece doğrulardan olmuş olursun! Tevbe ve istiğfardan sonra benim özlü şifa verecek haplarımı, nedamet yapraklarından; kızgınlık çiçeğimizi, tevbe terinden ve zahitlik tutkalından: takva çiğnemesinden, zikrin cevherinden, taatın madeni tuzundan ve yalnızlığın aydınlığından, tehlilin azametinden, korku tebeşirinden, huşu'un sabrından, Yaradan (CC)'a boyun eğip, tevazuun sarhoşluğundan, selâmet bademinden ve nafile kafilesinden, zilletin kâfurundan, az konuşma tohumundan, ağlama zencefilinden, cömertlik biberinden, az uyku zeferanından, güzel kokulu namazın başağından, tarçınlı şehvetlerin bırakılmasından, ciddiyetin karanfilinden, istek ve arzu karpuzundan, beşeri tabiatın terkinden, dostluk kurma sevgisinden, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in sevgi saçan ıtırından, vücudun öz kabuğundan parçalar alıp, bunları, doğruluk havanında, utanç tokmağı ile döversin. Bu karışımı, şeriatın kalburundan eledikten sonra tortusunu bırakırsın. Özü alıp tevekkül balı, korku pekmezi, sabır kaymağı, kanaat gülünün teri, şükrün zülül suyu, hamd şerbeti ile birlikte, kalb şişesine yerleştirirsin. Bu macunu, sevgi parmakları ile yoğurmaya başlarsın. Sonra kırık gönlün mendili ile örtüp, feyz teklif arpasına göm. Daha sonra elde ettiğin ilâcı, karışıp imtizaç etmesi için göğüs boşluğuna kırk gün sabah vakti yerleştir. Ve doğruluk çamuru ile sıva. Güzel huy ve ahlâk güneşinde tereddütsüz kurut. Sonra rica kabına yerleştir, iyice pişmesi için dikenli dostluk odunu ile ateşleyip, yak. Piştikten sonra üzerine tatlı dil yağından birkaç damla damlat, çalışma tozundan serp, ihsan ve vefa derisini yüz, tevekkül bitkisini, irade gücü ile meyvelendir. Salih kişileri öd ağacı ile tütsüledikten sonra, bu vücudu uzman doktor olan âlim, kâmil, ârif bir mürşidin elinin altına ölü yıkayıcısının elinde bulunan bir ölü gibi at ki, mürşid, bu vücudu koruyup güçlendirmek için çevresini kerpiçle örsün. Böylece kabalıklardan, nefsin keyfi hevesinden, şeytanların sataşmasından, beşerî tabiatın aldatıcı sıcak mevsiminden korumuş olsun. Ve yine mürşidin açık bir hikmetle, her gün ve her gece, hatta her an, sana zarar vermeyecek bu macundan bir miktar yedirir.
Dünyada yaratılanların tümüne bakmaktan uzak kal, evhama kapılma. Yeis soğanını, riya yumurtasını, istirahat etini, mercimek tanesini bırak. Seni Allah (CC)'a yaklaştıracak mürşidinin dostluğunu kazan. Böylece zâhirini takva elbisesi giyerek ört. Nefsin senden sen de nefsinden hoşnut olursun. Zâhirî ve bâtinî her illet ve ayıptan, kötü davranışlardan temizlenmiş olursun. Nefis tezkiyesini tamamlayıp, tedbirle yol alıp, kalbine yukarıda açıkladığımız meziyetleri yerleştirecek olursan, o vakit kalb, huzur ve rahatlığa kavuşacağı gibi, kendisine musallat olacak belâ da ondan uzaklaşmış olur. Bu çalışmayla sende mevcut olan perde kalkmış olur, kalpte iman nurları belirerek Allah (CC) sevgisine en kuvvetli bir şekilde ulaşmış olursun.
Hiç şüphesiz o vakit, gaipten kalbi tezkiye eden bir ses, sana, kurtuluşa eriştiğinin haberini verir. Bu sesi duyduğun takdirde, üzüntüden sıyrılmış olursun. O anda hisseden kalb, duyan kulak, gören göz, ne varsa, büyük Padişah (CC)’ın rahmet nuruna dalmış olursun. Yüce Allah (CC) seni sevinceye kadar, içindeki sevgi eğilimi gittikçe artmış olur.
Nitekim Hakk Teâlâ (CC), Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e hitaben: "Onlara de ki: ‘Allah'ı seviyorsanız beni izleyin ki, Allah sizleri sevsin’ " buyurmuştur, Yüce Allah (CC) bir kimseyi severse, o kimse, içinde bulunduğu daireden kurtularak sağlam bir ipe tutunmuş olur. İşte o vakit Yüce Allah (CC), senin işiten kulağın, gören gözün, tutan elin olur.
Ölmeden evvel ölmek sırrına erdiğin takdirde her türlü tehlike, zillet ve illetten uzak ve sâlim kalmış olursun. Bu illetleri üzerinden attıktan sonra, hidayet nurları seni, Allah (CC)’ın nimetlerine kavuşturduğu gibi, peygamberlerin, şehidlerin, salih kişilerin, doğruların ulu makamlarına götürmüş olur. Böylelikle Yüce Allah (CC), sana, kabul kapısını açarak irfan basamaklarına bastırır, aklın idrak etmeyeceği makama yükselmiş olursun. Kendini, uçsuz bucaksız irfan denizinde, nefsin ve şeytanın hile ve desiselerinden ve tahayyüllerinden uzaklaşmış ve dilediğin gibi yüzerek, dalarak üzerindeki arzu ve emelleri bir yana atıp uzaklaşmış bulursun.
Ve yine bu makamdayken, sevgi ve güzellikler tufanına gömülmüş olursun. Bu suretle, Yüce Allah (CC)'tan gayrı, bütün sevgilerden uzaklaşırsın ve sende yalnızca tek bir sevgi ve muhabbet yerleşir ki, o da muhabbetullahtır. Ve yine bazı vakitlerde seni, bu aşkın ateşi, öylesine yakmaya başlar ki, bu duygu, diğer yaratıkları sevmekten seni alıkoyar. Allah (CC) aşkı bütün varlığına sirayet edince, Yüce Padişah (CC)’ın ihsanıyla, ledünnî ilim sahibi olursun. İşte bu suretle, o Yüce Padişah (CC), fazlı ile seni sevmiş olur, bu sevgiyle seni öldürmüş olur, ahiret gününde dinin karşılığını da sana ödemiş olur.
Ey kardeşlerim! Bütün bu konuşmalarım ve açıklamalarım, sizlere nasihat ve derstir. Yaradılışınızın sebebini, neye davet olunduğunuzu ve ne ile mükellef olduğunuzu anlamanız, kusur ve kabahatlerinizi öğrenmeniz ve bilmeniz için bu satırları yazmış oldum. Zira Hakk Teâlâ (CC), yüce kudreti ile bizleri yaratmıştır. Yarattıklarının kendisine itaatli olup olmayacaklarını imtihan için de nefsi emmare ile şeytanı yaratmıştır. O (CC)'nun sonsuz fazilet ve ihsanı ile yolumuzu kapayan bu muhalif unsurları kesmek, bu uzaklık perdesini kaldırmak ve bizden istenileni bırakmak suretiyle Allah (CC)'a yaklaşmış oluruz.
Rabb’inden korkarak, nefsi emmarenin keyfi isteklerini yasaklayanlar için sığınacakları yer, Me'va cennetidir. Yüce Allah (CC)'ın azametli makamından korkanlara müjdeler olsun. Dünya sevgisine bağlanıp taşkınlıklar yapanların sığınacakları yer, Cahim cehennemidir. Vay yalancıların başına geleceklere!
Ey kardeşlerim! Gaflet ve cehalet yolunu bırakın. Zâhirî ve bâtınî niyetlerinizi, sevginizi, henüz fırsat varken temiz tutun. Yüce Rabb’inizden süratle af ve mağfiret taleb edin ki, genişliği yer ve gökleri kaplayan cennete kavuşasınız. Zâhirî ve bâtınî günahlardan uzak kalınız. İşaret ettiğimiz gibi doğrulukla ve iyi işlerle amel edenlerle, yasakları bırakanlara, Allah (CC)'ın fazileti inmiş olur. O vakit kişi, nefsini tanıdığı gibi, Rabb’ini tanımış olur ki, Allah (CC)'ın sevgi ve bereketini görür. O (CC)'nun nur ve muhabbeti ile aydınlanmış kişi, İlâhî sıfatları kazanır, yüzü aklaşır, o korkunç günde, kazandığı İlâhî sevgi ve nur, bütün varlığını sarmış olarak kalkar.
Kalbini ıslah etmeyen ve nefsi emmaresini izlemiş olan kişiye, kıyamet gününde: "Bu günü unuttuğunuz gibi, biz de bu gün sizi unuttuk. Yeriniz ateştir, sizlere yardım edecek kimseler yoktur" denecektir. Bizleri, Allah (CC) korusun, kerem ve faziletinden yoksun kılmasın, takva sahibi salih kişilerden, ilmiyle amel eden âriflerden eylesin, âhiret gününde rahmet ve fazilet rızkı ile rızıklandırsın.
Son duamız, kazandıklarımızla bizleri gufranına kavuşturan, yaratılanların şerrinden bizleri kurtaran, üzerimize gelecek beliyyeleri uzaklaştıran, işlerimizde ve amellerimizde kolaylık gösteren, emirlerini tutmamıza yardım eden, kalplerimize ârız olan karanlıklardan kurtarıp aydınlığa kavuşturan, ruhlarımızı ve cisimlerimizi güzellik mıknatısıyla çeken, Âlemlerin Rabbi olan Allah (CC)'a hamd-ü senalar olsun.
O (CC)'nun sevgili kulu, Efendimiz, Şefaatçimiz, ulu makam sahibi, din ilimleri ve gizlilikler emini, Rahmânî rahmetleri indiren, din ilimleri ile manevi ruhları aşılayan, hizmetinde bulunan melekleri kendilerine yaklaştıran, emsalsiz inci, önde giden rahmet, yaradılanları hidâyete yönelten, halkı Hakk'a götüren, bizlere salât ve selâmla hidâyet ve Hakk yolunu gösteren Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e salât ve selâmlar olsun...
Ey iki gözüm Şeyh Nezih! Bütün bu yazdıklarımı okuduğuna göre, sana tavsiye ve nasihatim; gıybet ve koğuculuk yapanlarla, şahsî garaz taşıyan aşağılık kimseleri dinlemeyiniz. Bu gibileri, hassas bir terazi olan şeriat terazisi ile tartın. Şunu bilin ki, sizlere açıklamış olduğum bu satırları, kalbinizi aydınlatmak, şüphe ve tereddütlerinizi giderip, sizleri rahata kavuşturmak için yazmış bulunuyorum. Yoksa mektubunuzda bahsettiğiniz kişileri temize çıkarmak için yazmış değilim. Çünkü bazı kimseler de sözünü ettiğiniz kimselerin aleyhinde konuşmuşlardır. Durum böyle olunca, bu işi, sizlerle Allah (CC) arasına bırakırım. Zira bu gibi kimseler bizlerden olmayıp bizler de onlardan değiliz, derim. Bu gibi söz ve davranışlara rızamız yoktur. Size düşen görev ise onlara nasihatlarla mani olmanız, Allah (CC) kelâmı ile korkutmanız, bu suretle kendilerine tarikatın gerçek yolunu göstermenizdir. Tarikat, bir yönden şeriatın özü olup yeryüzünde şeriatın hizmetkârı, diğer yönden de Allah korkusu, ihtiyat ve takvadır.
Size vasiyetim; bizlerle savaşanlardan ve muhalif olanlardan, tarikatımıza ters düşecek bir şey duyarsanız, dinlemeyip mani olmaya çalışın, tasdik etmeyin. İnsan nefsi, günden güne değişik bir hal almaktadır. İlim ehlinden olsun veya olmasın, bu gibilerin nefsi, zaman zaman kendilerine gerçeği bâtıl, bâtılı da gerçek göstermektedir. Size bir örnek gösterebiliriz; tarikatımıza intisabı olan temiz ve nezih kişilerle, Şeyh Abdullah El Habeşî'nin talebeleri arasındaki bazı meselelerden çıkan anlaşmazlıklar gibi... Bu anlaşmazlıklar, insanlar arasında ayrılık, nefret ve manasız dargınlıklar husule getirmiştir ki, şeriatın nazarında buna rıza gösterilemeyeceği, malûmunuzdur. Yine burada da size düşen görev, bu kişilerin arasını bulup barıştırmak ve olayların çıkmasına mani olmaktır. Bir Müslümana kin, gıybet, düşmanlık, koğuculuk, iftira, hususen iki kişi arasında veya toplum içinde fesad çıkarmak, caiz değildir. Hoşgörülü şeriat, buna hiçbir vakit rıza göstermez. Yüce kitabımızda: "Müslümanlar kardeştir, kardeşlerin arasını bulun, barıştırın" emri buyurulmaktadır.
Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin bir Hadisleri’nde: "Bir kimse, nefsi için sevdiğini, Müslüman kardeşi için istemez ise mümin olamaz" buyrulmuştur. Müslümanların arasını bulun, Faziletli Şeyh Abdullah Habeşî'nin hatırını sorun. Onun İslâmî bilgisinden ve bizlere olan sevgisinden dolayı, tarikatımız için çalışmasını, aleyhimizde bulunanlara ve İslâm dinine tuzak hazırlayanlara karşı mukavemet etmesini tavsiye ederim. Bizi soracak olursanız, Allah (CC)'a hamd ve şükürler; Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e, O (SAV)'nu izleyenlere, bizleri sevenlere, özellikle çocuklarım gibi sevdiğim müridlere salât ve selamlar olsun. Sevgi ve muhabbetimiz berdevamdır. Nasihat olarak ise şu dört satırlık şiirden daha uygun bir şey bulamadım:
Ey Âdemoğlu, anan seni ağlayarak doğurdu!
Sen doğarken çevrendekiler mutluluktan gülüyordu.
Öleceğin gün, onları sevinçle ağlatmak istiyordun
Doğrulukla Rabb’ine gitmeni vasiyyet ediyorum.
Ey aziz Şeyh Nezih! Evliyaların kerâmeti haktır. Evliyaların kerâmetleri ve âdetleri, kitap ve sünnette, onlar için sabit bir haktır. Umumiyetle müşahede ve bazı seleflerden tevatüren gelmiş ve anlatılmış bazı olayların faydalı olanları vardır ki; bunları kalbinizin huzur duyması ve tam kanaat sahibi olmanız için karşılıklı konuşmalı ve görüşmeliyiz.
Evet, ey mahbubum! Kâmil bir mürşid, müridinin ruhu cesedinden çıktığı vakit, Allah (CC)'ın izin ve müsaadesiyle, birçok vakitlerde, yanında hazır bulunur. Size dedem ile ilgili bir örnek vereyim:
Dedem Şeyh Ömer Ziyaeddin (KS) Hazretleri, bir sabah tekkesine gitmek üzere evden çıkar. Fatiha Sûresi’ni okuduktan sonra herkesin duyacağı şekilde: “Yüce Allah (CC), bulunduğu basamakları yükseltsin, Seyyid Şeyh Abdürrahim el Mevlevî, bu gece vefat etmiştir. Ruhunu teslim edinceye kadar ben de yanında bulundum. Ölüm sarhoşluğu anında, Allah (CC)'ın vahdaniyeti hakkında ispat ve delilleri sayarak, konuşuyordu. Ona ‘ispat ve delil olmadan da Allah (CC)'ı tanımaktayım, dersin’ dedim” diye konuştu.
Şeyh Ziyaeddin (KS) ile Abdürrahim merhumun evlerinin arasındaki mesafe, iki günlük yol idi. Allah'a hamd olsun ki, ruhunu tam ve kâmil bir imanla teslim etmişti. Vefatından iki gün sonra gelenlerin verdikleri habere göre, merhumun dünyadan ayrılış saat ve dakikası, dedemin onunla gıyaben konuştuğu saate uyuyordu.
Abdürrahim Mevlevî, o mıntıkanın ileri gelen büyük âlimlerinden idi. Birçok telif kitapları ve kelâm ilminde yazmış olduğu eserleri vardır. Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (KS)'in ise pek çok kerâmetleri vardır ki, yanımıza geldiğiniz vakit, size, Allah (CC)'ın izni ile daha açık ve kanaat getireceğiniz hususları anlatırım. Bununla birlikte şunu bilin ki, bütün mucize ve kerâmetler, Allah (CC)'ın izin ve takdirine bağlıdır. O (CC)'nun iradesi dışında hiçbir şeyin çıkarılması veya çıkması mümkün değildir. Hatta O azametli Padişah (CC)’ın iradesi olmayınca, insana ne bir diken batar ve ne de bir iplik kopar. O (CC)'nun emir ve iradesi olmadan, ağaçtan bir yaprak dahi dökülmez.
Rabıta ve ruhanî yardım meselesine gelince, bu konuyu birçok zâhirî ve bâtinî ilim sahipleri açıklamışlardır. Biz, bu hususu size, his yolu ile açıklayalım ki, en koyu inatçı inkârcılar dahi reddedemesinler. Bir kimsenin arabası derin bir vadiye yuvarlanmış olsa, sürücü yalnız olsa, ne yapabilir? Fakat uzaktan kalabalık bir yolcu kafilesinin geldiğini görse ve onlardan yardım istese, onlar da yardım etseler, araba çukurdan çıkarılmış ve huzur ile yoluna devam etmiş olur. Sürücü de bu kalabalık vasıtası ile yok olmaktan, düştüğü tehlikeden kurtulmuş olur. Yardım edenlerin bu fiillerinde bir şirk isnadı var mı? Ölüm tehlikesi geçiren bu insana yapılan yardım veya insan ruhunu kurtarmak üzere velinin yapmış olduğu yardım, insanî bir davranıştır. Bu davranış, doğruluk ve takva yönünden bir yardımdır.
Şimdi Allah için doğruyu söylemelisin. Bu adam, eğer yolculardan yardım istememiş olsaydı, yalnız başına arabasını o yerden nasıl çıkarabilirdi? İşte bir mürid ile şeyhi arasındaki durum ve hal de böyledir. Zira Mürşid, müridine çok kıymetli manevî yardımlarda bulunur. Bu kıymetli yardımlar, müridin iç âlemini düzeltip güzelleştirmek, ters dönen kalbi aydınlatmak işidir ki, müridin Allah (CC)'a doğru yürüyüşünü, tarikat yolunu izlemesini temin eder.
Bununla beraber, gerçek ıslâh edici ve doğru yolu gösterici, Allah (CC)'tır. Hanefî imamlardan, Şeyh Ekmeliddin Hazretleri’nin Şerh-ül Meşarık adlı eserinde anlatıldığı gibi, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'in: "Beni rüyasında görenler..." Hadis’inde belirtildiği gibi, bir kimse, bir diğer şahısla uyku halinde veya yarı uyanıklık yani yakaza halinde, aralarındaki münasebet ve rabıta ölçüsünde, bir araya gelip buluşabilir. Bu buluşma, beş usul ve esas üzerine olur:
Bizzat iştirak etme.
Veya sıfatlardan bir sıfat daha yukarı olarak,
Ya da herhangi bir hal üzere,
Bir fiil veya davranış üzere,
Aralarındaki rütbe ve mertebe farkına göre, olabilir.
Bu beş usulden başka bir usul yoktur. Bu iki kişi arasındaki buluşma, mevcut güçleri, aralarındaki anlaşma veya birbirlerine karşı sevgileri ve yakınlıkları derecesinde gerçekleşir. Bu sebepten, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'in mazide gelip göçmüş tam ve kâmil olan ruhlarla diledikleri vakitte buluştukları sabittir.
Aşağıda anlatacağım husus, Zülcenaheyn Mevlâna Hâlid-i Bağdadî (KS) Hazretleri’nin telkin ettiği, tarikatın gizli yönlerinden Hakk-el yakîn'in ne olduğunu bilmeyen ve râbıtanın tarikatta bir bid'at olduğunu söyleyen gafiller için bir cevaptır:
Ey aziz dostum Şeyh Nezih! Söyleyeceklerimi iyi dinle! İlkten Şerif Ahmed bin El Hamvî’nin Nefahat-ül Kurb vel İttisal adlı eserinden özet olarak anlatayım: Evliyalar, ruhânîyetlerinin cismânîyetlerine yaptıkları baskılar altında, kendilerine değişik şekil ve surette görünmektedirler. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, bir Hadis’inde: "Cennet ehlinden bazıları, cennetin her kapısından seslenmektedirler" buyurduklarında, Hazret-i Ebu Bekir (R.A.): “Bir kimse, bu kapıların tümünden aynı anda ve birden cennete girebilir mi?" diye sual buyurmuşlar ve Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de: "Evet, Allah'tan dileğim, senin de onlardan biri olmandır" buyurmuşlardır.
İmam Şaranî Hazretleri (Rh. A.), El Nefahat-ül Kudsiyye adlı kitabında, zikrin yani Allah (CC)’ı anmanın adabını saymıştır. Bu saydıklarından yedincisi şöyledir: "Bir mürid, mürşidi veya şeyhini iki gözü arasında düşünmelidir.” İşte onlarca en doğru tarikat edebi yani râbıtalardan biridir. Zaten bizde de, yani Nakşibendîyye tarikatı topluluğunda da râbıta edebi bundan ibarettir. Bu konuda yazılan bütün kitaplarda da bu açıklamalar görülür.
Şafiî Mezhebi’nin büyük bilginlerinden Halepli Sefirî ise Buharî şerhindeki (kendisine yalnızlığı sevdirilmişti) cümlesini ele alarak, bu konuyu şöyle anlatmaktadır: "Şeytan, hiçbir zaman kendini Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz gibi gösteremediği gibi, evliya suret ve şeklinde dahi gösteremez." Hambelî Mezhebi imamlarından, büyük veli, âlim, efendimiz Şeyh Abdülkadir Geylânî (KS), bunun manasını şöyle açıklamıştır: "Tarikat yolunda yürüyen bir fakirin, evliyalara kalbi râbıtası, yani bağlılığı vardır. Böylece evliya ile zâhirî yakınlığı olmayan kişi, bu bağ ile evliyadan bâtınen faydalanır.” Malikî Mezhebi imamlarından, Muhtasar adlı kitabın sahibi Şeyh Halil (Rh. A.): "Velî olan zatın evliyalığı gerçeklenince, çok değişik şekil ve suretlerde kendini gösterir. Velî için bu hal, imkânsız değildir. Bu suret değişikliği ve görünüşlerin çeşitliliği, şahsında olmayıp, ruhaniyetinde olmaktadır. Bu durum, özellikle, Allah (CC)'ın âriflerince çok bilinir. Bunlardan hiçbiri, bu düşünceye karşı gelmemiştir.” Bu mesele, takva sahibi büyük evliyalar ve gerçekçiler tarafından doğrulanarak ele alınmıştır. Zamanımızda ilim sahibi olmayanlar veya ilim üzerinde fikir yürütenler, bu gibi hükümleri, özellikle geçmişte hal ehli olan kerametli evliyaların ve büyük âlimlerin doğruladığı bu hususu, nasıl inkâr edebilirler?
Sonuç olarak diyebilirim ki, bu ulu tarikat, necabetli Eshab-ı Kiram (R.A. ecm.)'ın bizatihi tarikatlarıdır; ne eksik ne de fazla yollarıdır. Zannedersem, akıl ve ilim sahipleri için bu kadar açıklamam yeterlidir. Yüce Allah (CC), bir kimseyi aydınlatmamışsa, o kimse karanlıkta ve nursuzdur.
Yüce Efendimiz, Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, âl ve eshabına salât ve selâmlar olsun.
Hadim-ül Ulema vel Fukara ve-ttarikayn
El Kadiri ve-n-Nakşibendî
Şeyh Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Bu mektup, Pevebili Hacı Molla Zahid Efendi'ye cevaptır"
Ey Arif Mollamız! Kalbim sizinle birlikte olarak sizleri selâmlar, duanızı rica eder, Yüce Allah (CC)'tan sizlere her zaman için uzun ömürler dilerim.
Sizleri bir hayli göreceğim gelmiştir. Yazmış olduğunuz mektubu, yorgun ve hasta olarak yatmış olduğum odamda, tembel ve halsiz bulunduğum bir sırada almış oldum. Yüce Allah (CC)'a sıhhatte, yorgunlukta ve her halde şükürde bulunalım. Yeter ki, ahiret gününde, O (CC)'nun karşısına gafiller, âsiler, taşkınlarla birlikte, utanç içinde çıkmamamız için O (CC)’nun yüce kerem ve fazlından temenni ve ricada bulunalım.
Şeytanın şerrinden, nefsi emmarenin keyfî hareketinden Allah (CC)'a sığınırım. Hastalığım, sıhhatim, nimetim ve intikamım arasında bizce bir fark yoktur. Zira O (CC), yaratıcıdır. Yarattıklarının durumunu ancak O (CC) bilir. Nerede olursak olalım, O (CC), bizler ve sizlerle beraberdir. Ruhum, O (CC)'nun sevgisi ile ve O (CC)'nun örtülü hayali ile korku ve hevesle birleşmiş durumda, vücudum, bunların arasında cezbe içindedir.
Ey dünyanın Rahmânı, ahiretin Rahîmi olan Yüce Allah (CC)! Kardeşlerimiz olan bütün Müslümanlara merhametini esirgeme, bütün Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ümmetini dininde rahmetine kavuştur.
Ey merhametlilerin, merhametlisi! Yüce ulûhiyetinin azameti hürmetine, fazl ve kereminin, Rabbâniyetinin kudret ve azameti hürmetine, yazan kalemlerin ve âlimlerin ilimleri hürmetine, bizleri rahmetine kavuştur.
Ey Allah'ım! Yüce bereketli adlarının hak ve hürmetine, ne doğruların ve ne de facirlerin tecavüz edemeyeceği o büyük adlarının hak ve hürmetine, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e salât ve selâmlar olsun. Bize rahmet kapılarını açan, nefsimi, sevdiğimi ve bizi sevenleri muhafaza eden, her türlü ana ve babaları kötülükten, zarar ve ziyandan koruyan o salât ve selâmlar yüzsuyu hürmetine, bize rahmet kapılarını daima açık kıl! Çalınan malların yerine mal veren Sensin. İnsanların dinlerine yardımcı olan Sensin, onlara hayır ve mutluluk bağışlayan yine Sensin. Senin yüce sıfatlarının icabı olarak, dualara icabet eden sensin.
Aziz kardeşim! Kız kardeşin olan, benim de kız kardeşim olan, Rebia Hanım'a gelince, yatmadan önce ayağını ziftle ovsun. Temiz üzerlik tozundan üç küçük kaşık, dişleri ile çiğnemeden, su ile yutmasını tavsiye ederim.
Beni soracak olursanız, fazlaca hasta ve bitkin bulunmaktayım, iki veya üç günden fazla yaşamayacağımı umuyorum. Bugün için hastalığım devam etmektedir, belki de doktora gideceğim, Allah (CC)'ın yüce takdirini beklemekteyim. Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e, âl ve eshabına salât ve selâmlar olsun.
Şeyh Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Hazret-i Şeyh (KS), bu mektubunu, faziletli üstad Seyyid Ata Efendi'nin göndermiş olduğu mektuba cevap olmak üzere yazmıştır"
Aziz ve asaletli efendim! Ulvî, temiz ilimler sahibi, Hadisler’i aydınlatan nur, indirilen gizliliklerin âlimi! Ey Allah (CC)'ın bağışladığı emsalsiz bağış! Esefim şudur ki, bütün bunlar, göğsünüzdeki hazinelerde uykuya dalmış gibidirler. Bunları, isteklilerin faydalanmaları için durdurmanız mümkün değilmiş gibi görünmektedir. Sizleri hürmetle selâmlarım. Göndermiş olduğunuz ve bizler için cevher gibi kıymetli olan sevgi ve dostluk dolu hediyenizi almış bulunuyorum. Bizlere karşı gösterdiğiniz güzel niyet ve rızanıza teşekkürlerimle, sizleri tebrik ederim.
Beni soracak olursanız, sizleri fazlaca göreceğim gelmiştir. Sizi nasıl sevmeyeyim ki; siz çalışkan, ilimde derya, kıymetli hocam ve üstadım olan toprağı bol ve bereketli olsun, Seyyid Muhammed'in oğlusunuz. Yüce Allah (CC)'tan, onun makamını yükseltmesini, mezarını cennetin misk kokusu ile ve şehidlerin, sâdıkların, salihlerin güzel kokan tütsüleri ile tütsülemesini dilerim.
Ey sevgili kardeşim! Sen, imanlı bir zat olduğundan, korkmana lüzum yoktur. Allah (CC)’tan korkan kimselere, O Yüce Bârî (CC), çıkış ve kurtuluş kapısı açar. Maksada erişmek için mutlaka maksatlı bir yolda yürümelidir. Çünkü bir şeyin aslı, kendi mahiyetinin aslı ile bağlanır. Bu bağlantı ile iltimas denizinden inciler toplanmış olur. Aynı zamanda emeği de boşa gitmemiş olur. Zira bu korunmuş inci, hedefe isabet ederek, kazanılmış olur. Zât-ı âliniz, doğrulardan olup gecelerini sabahlara kadar kıyam ve secde ile geçirenlerdensiniz. Ve Allah (CC)’a Nasuh Tövbesinde bulunanların zümresine katılanlardansınız. Bu maksat ve bu hararetle nefsinin tehzibi, Yüce Allah (CC)'ın lütuf ve keremi ile İlâhî durakları kısa zamanda aşarak cennetin köşklerinde, çadır ve çardaklarında yer edineceğinize eminim aziz kardeşim. Bu latifenin daha sonu vardır. Fakat aziz ve kıymetli hayatında seni kaybetmekten korkarım, böylece, bizlerden uzak kalmanın kurbanı olursun. Dolayısıyla, o vakit, uzaktan yaralarını seslenerek tedavi etmenin bir yararı olmayacaktır. Acele olarak senden ricam budur. Keza ilim talebelerine yardımlarınızı, cehd ve gayretlerinizi esirgememenizi rica ederim. Hazret-i Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e, âl ve eshabına salât ve selâmlar olsun.
Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Hazret-i Şeyh (KS)'in faziletli âlim ve üstad, Hacı Molla Mehmed Emin Kâni Şananî'ye yazdıkları cevabî mektuptur."
Efendimiz! Hicaz’a gitmek niyetinde olduğunuzdan, sizden mahrum kaldık. Mecazdan, hakikate doğru, aşk ateşi sararak tecavüz etmiş oldu. Senden ricam şudur ki, benim için yüz maksat ve arzumu, Hicaz’da, Cenab-ı Hakk (CC)'tan istekte bulunmandır. Bunlardan biri Hakk (CC) tarafından kabul edilmiş olsa, bazı rü'yalarım tahakkuk etmiş olur. O vakit sana doğru, şükrederek, koşar adımlarla ilerlerim; senin temiz duygu ve başarından şüphem yoktur.
Ey Emin Efendimiz! Hacıların hayırlısı, gayretli büyük âlim, aziz üstadım, seni hürmetle selâmlarım. Hacılığınızın, böyle vakur ve sizler gibi faziletli bir kimse için temiz ve doğru olmasını Cenab-ı Hakk'tan diler, sizlere en hayırlı temenni ve şükranlarımı sunarım. Zira içtenlikle, ehil bir kimseyi tebrik etmekteyim. Allah (CC)'m izni ile mukaddes yere inerek Safa'da sefa sürdünüz, Merve'de koşarak borcunuzu ödediniz. Zemzem şarabı ile doya doya sulandınız. Temiz ve saf akarsu gürültülerine benzeyen sesler arasında, Mina otlağında otlandınız, Yüce Allah (CC), Arafat ve Arafe durak yerlerine varıp geçtiğinizi kabul buyurmuşlardır.
Allah (CC)'ın feyizli yeri ve gece gündüzün yarılarak çıktığı yer olan Beyaz Ev ile onun beyaz ve siyah taşlarına el yüz sürüp öpmek şerefine nail oldunuz. Hiç şüphesiz, orada, bizleri hayırla andınız. Yüce Allah (CC)'tan sizlerle birlikte yüce makamlara erişmek için vehimsiz ve gamsız hayatımızın uzun sürmesini temenni eder, dinin anahtarı ile Kâbe kapısını her vakit için ziyaretçilerine, ticaret ehline ve mutluluk isteyenlere açmasını diler, Emin'i, Emin'e ısmarlayarak iyilikler dilerim, efendim.
Şeyh Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Âlimlerin hocası, faziletli üstad, Hazret-i Şeyh'in müridi Molla Nasrullah'ın mektubuna, Hazret-i Şeyh (KS)'in verdikleri cevap."
Kerem ve takva sahibi, faziletli efendimiz Molla Nasrullah! Yüce Allah (CC), yardımını sizden eksik etmesin, neye rızası varsa onu versin, size sıhhat ve afiyetlerle, acil şifalar, sevinç ve mutluluklar temenni ederim. Sizleri saygı ile selâmlar, kalbimin sizinle birlikte olduğuna emin olmanızı dilerim.
Güzel hattınızla yazılı mektubunuzu almış bulunmaktayım. Hastalık haberiniz bizleri üzüntü ve kedere boğdu. Allah (CC)'tan sizlere şifalar diler, Yüce Bârî (CC)'den, sıhhat ve afiyetler ve uzun ömürler temenni ederim, inşaallah buluştuğumuzda, sizi tam sıhhat ve afiyette, ferah ve sevinçli görmek en büyük arzu ve emelimizdir. Zira her zorluğun bir kolaylığı vardır. Yüce Allah (CC)'tan din ve dünya işlerinizi kolaylaştırmasını dua eder, sizlerin duanızı bekler, özellikle söğüt ağacının kabuğunun haşlanmış suyunu ve söğüt ağacının haşlanmış yaprağının suyunu sabah akşam birer bardak tatlandırarak içmenizi tavsiye ederim.
Allah (CC)'tan sizler için kalbinizin arzu ve isteklerini vermesini, her iki evde vicdanınızda beslediğiniz hayırlı emel ve tasavvurlarınızın tahakkukunu dilerim. Çocuklarınızın gözlerinden öper, uzun ömürler diler, onların hayırlı bitkiler gibi bitmelerini en büyük temennim olarak kabul etmenizi, çevrenizdeki bütün komşulara ve köy halkına selâm ve sevgilerimi söylemenizi rica ederim. Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'e, âl ve eshabına salât ve selâmlar olsun.
Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Geylânî Tekkesinde Üstad Müderris Abdülkerim Efendi'nin gönderdiği mektuba, Hazret-i Şeyh (KS) in cevabıdır."
İsrâ Sûresi’nin gizliliklerinin müfessiri, büyük Hadisler’in rumuzunu açıklayan ak şeriatın naşiri, büyük âlim ve Şeyh’in mutlu nedimi, Hazret-i Yusuf (AS)'un babasına gönderdiği gömleğin kokusu gibi kokan Şeyh Abdülkerim Hazretleri! Ömrün uzun olsun. Gülsuyu ve fesleğen kokan mektubunuzu almış bulunuyorum. Mektubunuz kalbimize rahatlık ve huzur getirdi. Kederimiz silinerek, içimiz aydınlandı, gözümüzün rahatsızlığı geçti. Mektubunuz, içimizdeki düğümün açıcı anahtarı oldu. Kalbimiz rahatlayıp keder ve utançtan uzaklaştı. Allah (CC), sizlere iyilikler ve güzellikler versin. Gözlerinizin nurunu, nurla aydınlatsın. He-diye olarak göndermek lûtfunda bulunduğunuz kalb gözünüz, bizim için çok makbule geçti.
Ümmülvefa adlı kızınız için zufa bitkisinin gönderilmesini arzu etmektesiniz. Dedem Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (KS), bunu kalp çarpıntısının izalesi ve göğsün rahatlığı için kullanırdı, işte ben de size bunları takdim ediyorum. Bu ilaçlarla göğüs rahatsızlığını geçireceğini umarım. Zira bu ilâç, kalbine vefalı gelip cefasını geçirecektir. Sıhhat ve afiyete kavuşmanızı niyaz eder, sizlere devamlı sevinç ve ferahlıklar dileyerek selâmlarımı sunarım.
Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
"Hazreti Şeyh (K.S.)'in, celâletli üstad Hacı Molla Abdülkadir Efendi'ye yazdıkları mektuptur."
Âlemlerin Rabbi olan Allah (CC)'a hamd-ü senalar olsun. O'nun tılsımlı sevgili kulu, yardımı ile tamamlayıcı büyük Âlim’e salât ve selâmlar olsun. O Âlim ki, güzelliğin lahûtu, kavuşmanın nasûtu, kerem sahibi Efendimiz, sevgilimiz, her şeyimiz olan Sallallahu Aleyhi ve Sellem Muhammed'e, tâhir ikram sahibi eshabının tümüne salât ve selâmlar olsun.
Saygıdeğer, nadir vücudlu, güzel ve üstün cesaretli, faziletli üstad, mutluluk ve iyilik sahibi, gözümün nuru, ruhumun varlığı, Hacı Şeyh Molla Abdülkadir Efendi! Yüce Allah (CC), seni, rızasıyla te'yit, yardımıyla mutlu kılsın. Her türlü belâ, musibet ve tehlikelerden muhafaza etsin. Sizleri selâmlar, Allah (CC)'ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun, derim.
Göndermiş olduğunuz mektubu, büyük bir sevinç ve iştiyakla aldım. Sizlerin sıhhat ve afiyette bulunmanız, bizlere, büyük bir müjde oldu. Mektubunuzu, aziz oğlunuz, gözbebeğim Muhammed vasıtasıyla almıştım. Allah (CC), onu, her türlü kazâ ve belâdan muhafaza etsin, hayır ve saadet yolunda başarılı kılsın. Onun gelişi dolayısı ile sizlerle birlikte diğer yakınlarımızın ve sevdiklerimizin sıhhatte oldukları haberi, bizleri sonsuz sevindirdi.
Cenab-ı Allah (CC)'tan, sizlere, mutlulukla birlikte marifet ile kalplerinizin nurlanmasını dilerim. Ve yine Hacı Hızır'ın oğlu Hasan'ın gelmesinden, kalbim huzur ve sevinç doldu. Onların ilim tahsili yolundaki çalışmalarının çok başarılı olmasını temenni ederim. Çocukların bahar mevsimine kadar yanımda kalmalarını isterdim. Fakat acele ettiklerinden ve burada fazla ziyaretçi bulunmasından dolayı sıkılacakları korkusu ile buraya gelmelerini, Allah (CC) izin verirse, başka bir vakte bırakmış olduk.
Oğlum Muhammed'e gelince, henüz Arapçası düzgün ve güzel bir duruma gelmedi. Medresede Türkçe'den Arapça'ya tercüme etmeyi bilen bir kimse bulamadık. Sizden ve ondan Arapça derslerine iyi çalışmasını rica ediyorum ki, ikinci kez yanımıza geldiğinde tahsilini ikmal edebilecek bir güce sahip olsun. Orada bulunan ve bizlere mensup olan müridlerle ev halkının durumlarını sorar, iyilikler dilerim.
Merhum büyük Şeyh Alâeddin (KS)'in son mübarek günlerinde, bir takım kimseler, hiçbir esası olmayan yalan dolan sözlerle iftiralar savurmak istemişlerdi. Belki de bu fitne ve anlaşmazlık, çocukları ile akrabaları arasında baş gösteren bir hadisedir. Müridlerden birçoğunun, duyduğuna göre, zâhirî ve bâtinî velâyet yönünden bu makama Hazret-i Şeyh Muhammed Osman Siraceddin'den başka daha ehil ve lâyık kimseler varmış. Bununla ilgili olarak merhum pederim Şeyh Alâeddin (KS), sizlere şifâhî ve yazılı olarak vasiyyette bulunmuş olduğundan, bu vasiyyetin, bu ağızların kapanması ve bu türlü konuşan dillerin susturulmasına yeterli olacağını tahmin ediyorum.
Nitekim tasavvuf mektebinde bulunan birtakım âlim ve fâzıl kimselerle, idrak ve temyiz sahibi kimselerin, bu gibi bozgunculara karşı cevap vermeleri ve onlara nasihat yollu ispat ve delillerle durumu açıklamaları ve tarihî olan bu güzel şifâhî ve yazılı vasiyyetleri anlatmaları gerekir.
Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî